Malatya Ermenileri ve 1915 Olayları- V
Orhan TUĞRULCA
Tarihçi- Yazar
otogrulca@hotmail.com
Ermeni Kaynaklarına Göre Ermeni Olaylarının Malatya Boyutu
“Malatya Ermenileri ve 1915 Olayları” ana başlığı üzerinden sürdürdüğümüz yazılarımızın bu son bölümünü Ermeni bakış açısına ayırdık. Malatya’da Ermeni Olayları ile ilgili ilk defa geniş boyutlu bir çalışmayı paylaştık. Bu çalışmamızın en kritik safhası olan 1915 yılı ile ilgili halk arasında çok sayıda anlatım olmasına rağmen bu bilgilerin yanlış ve abartılı olabileceği kaygısı ile itibar etmedik. Bilginin de bir ahlakı olduğu hassasiyeti ile arşiv belgelerini esas aldık. Elimizdeki tek kaynak Osmanlı arşiv belgeleri olduğu için itibar edebileceğimiz yegâne bilgi de bu kaynaklardır. Tarih araştırmalarında başka da bir yöntem bulunmamaktadır.
Bu bölümde esas alacağımız bilginin kaynağı yukarıda ifade ettiğimiz üzere Ermeni kaynakları olacaktır. Ermeni meselesi ile ilgilenenlerin yakından takip ettikleri gibi bu kaynağımız İletişim Yayınları tarafından bu yıl (2015) basılmış olan “Ermeni Soykırımı” adlı kitap olacaktır. Harputlu (Elazığ) (1) Raymond Kevorkian (2) adlı bir Ermeni yazar tarafından kaleme alınan kitap 1.167 sayfalık bir çalışma. Başta Erzurum ve Van olmak üzere, Bitlis, Diyarbakır, Harput/Mamuret-ül Aziz (Elazığ), Malatya, Sivas, Trabzon, Ankara ve Kastamonu bölgesindeki tehcirleri ayrıntılı bir şekilde vermektedir. Biz bu çalışmada sadece Malatya bölgesi ile ilgili ortaya koyduğu bilginin kritiğini yapmakla yetineceğiz. Bilginin “kritiği” diyoruz. Zira her iki tarafında ortaya koyduğu bilginin ciddi bir süzgeçten geçmesi gerekiyor. Osmanlı arşivlerinin Ermeni sevkiyatı sırasında yaşanan ölümleri/öldürmeleri olduğu gibi göstermesi beklenemeyeceği gibi Ermeni Raymond Kevorkian’ın sadece üç tanığın (Malatya bölgesi için kullandığı üç tanık) ifadelerine dayandırarak ortaya koyduğu bilginin bütünüyle doğru olduğuna inanılması da beklenmemelidir.
Kitap, ilk defa Ermeni meselesi konusunu Ermeni bakış açısıyla ele aldığı için önemsiyoruz. Zira şimdiye kadar bu mesele ile ilgili Ermeni bakış açısını sadece bazı internet sitelerinden öğreniyorduk.
Yazar Raymond Kevorkian Malatya bölgesindeki tehcir olaylarını üç görgü tanığına dayandırmaktadır. Bunlar:
1-Alman Papaz Hans Bauernfeind: Adı geçen bu papaz 1915 yılında Malatya’dadır. “Deutscher Hilfsbund für christliches Lİebeswerk im Orient” adlı körler vakfının başkanlığını yapan papaz, tehcir sırasında bulunduğu Malatya’da tuttuğu günlüklerini daha sonra “Journal de Malatia 1915,eser ile ed. Meline Pehlivanian ve Tessa Hofmann R.H. Kevorkian ,L Extermination des deportsarmeniens dans les camps de concentration de Syrie-Mesopotamie(1915-1916)….)” yayınlanır.
2-Hovannes Hanğlaryan: Malatya’daki olayların ikinci tanığı olarak adı geçmektedir.(NuK Andonyon Belgeleri (3)
3-Levon Boğosyan: Malatya’da olayların üçüncü ve son tanığı Levon Boğosyan’dır. Boğosyan’ın tanıklık ettim dediği belgelerde yine “NuK Andonyon Belgeleri” arasında yer almaktadır.
Bu isimleri öncelikle sıralamamızın nedeni aşağıda bunların tanıklığına dayanan bilgileri aktarırken okuyucularımızın bilginin kaynağını bilerek olayı değerlendirmelerini istedik. Zira aşağıda kronolojik olarak sıralayacağımız olayların bir kısmı ilkçağ hikâyelerinde anlatılan tanrısal kurban betimlemelerinden farksızdır.
İşte Raymond’un aktardığı olaylar:
Malatya bölgesindeki gelişmeleri Arapkir’de 1895 Ermeni ayaklanması sırasında 4.000 Ermeni’nin Mısır ve Amerika’ya göç ettiğini, 1914 yılında seferberlik başladığı zaman Arapkir’deki 3.000 Ermeni erkeğin 2.300’nün askere alındığını hatırlatarak başlayan yazar;
19 Haziran 1915’te Malatya’ya doğru sevk edilen 30 Ermeni mahkûmun Fırat kenarında öldürüldüğünü,
21 Haziran 1915’ teki sevkiyat sırasında 300 Ermeni’nin Malatya yolunda Fırat kenarında öldürüldüğünü, (Sayfa, 569)
23-24 Haziranda yapılan bir başka sevkiyat sırasında yine 250 Ermeni erkeğin aynı akıbete uğradığını,
5 Temmuz 1915 tarihin de 7.000 kişilik bir Arapkir Ermeni kafilesinin Malatya ‘ya doğru yola çıkarıldığını, 12-13 Temmuzda Kırkgöz Köprüsü civarına getirildiğini, Kırkgöz civarının en önemli imha noktalarından biri olduğunu, Tohma Çayı civarında yüzlerce cesedin olduğunu söyleyen görgü tanığı, Sivas’tan getirilen binlerce kadın ve çocuğun Kırkgöz civarındaki tepelerde dinlendirildiğini yine bu tanığın ifadesine dayandırılmaktadır.
Aynı tanık, Sivas’tan yola çıkarılan 7.000 kişilik Ermeni kafilesinin 15-17 Temmuzda Malatya Fırıncılar Köyüne ulaştırıldığını bu 7.000 kişiden sadece 5.500 civarındaki sürgünün kaldığını geriye kalan yaklaşık 1.500 Ermeni’nin yolda öldürüldüğünü ifade etmektedir.
Fırıncılar Köyünde Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir bürosunun olduğunu hatırlatan yazar, Fırıncılar Köyü’nün dağ eteklerinde 80.000 ila 100.000 arasında Ermeni sürgünün biriktiğini ifade etmektedir. (Sayfa: 571)
Fırıncılar‘daki bu 80-100 bin kişilik Ermeni sürgün, Fırat Vadisindeki ‘’ ölüm yoluna ‘’ doğru sevk edildiğini belirten yazar, bu bölgenin Dersim mebusu Hacı Baloşzade M.Nuri ve kardeşi Ali Paşa ‘nın denetiminde olduğunu söylemektedir. Rışvanlı Zeynel Bey ve Hacı Bedir Ağa’ya bağlı Kürt çeteciler de bunların komutasındadır.
Kitap, Eğin’deki (Kemaliye)tehcirle ilgilide benzer gözlemlerde bulunmaktadır:
Aynı tarihlerde Eğin (Kemaliye)’ deki Ermenilere din değiştirme çağrısı yapılır. Bu çağrı sonrasında nüfusun %5 ‘i din değiştirir.
Yazara göre; Eğin'de techir edilenlerin sayısı 7.700 civarındadır. Ancak bu kafile Malatya Fırıncılar ‘a vardığında sadece 400 kişi kalır. (Sayfa:574)
Yolda;
Genç kızlar kaçırılır, 2.000 altın gasp edilir. Açlık ve susuzluk küçük ve yaşlıların ölümüne neden olur. Tecavüze uğramamak için kendisini Fırat’a atan genç kızlar ile kendilerini ve çocuklarını öldüren kadınlardan söz edilirken, Fırıncılar kampında Türk ve Kürt gençlerin gelip Ermeni kızlarını seçip götürdükleri iddiasına da yer verilir.(Sayfa.574)
Malatya Sancağı
Yazar Raymond, Malatya Sancağı başlığı altında da şu tespitlerde bulunur:
"Malatya bölgesi Küçük Asya ‘nın dört bir tarafından getirilen Ermeni kafilelerin yok edildiği merkez haline getirilmiştir." dedikten sonra şu tespitlerde bulunur: (Sayfa: 576)
1915 ‘te Üçüncü orduyu tifüs salgını kırıp geçirir. Türk, Kürt ve Ermeni askerler arasında firarlar çoğalır. Posta nezareti Ermenice konuşmayı yasaklar.(Sayfa:576), Mayıs 1915 ‘te 18-19 yaşındaki ve 46-50 yaşındaki Ermeni erkekler askere çağrılır. Askere alınan bu Ermeniler Malatya- Harput arasında yapımı sürdürülen yol yapım amele taburlarına gönderilir.
Bu arada Ermeni isyancıların dağ geçitlerini kundakladıkları ve askerlerin ilerlemesini engelledikleri söylentileri yayılır. Mayıs ayı içinde Ermeni evleri didik didik aranır. Çok sayıda Malatyalı Ermeni tutuklanır. 20 Mayıs‘ta tellallar (çağrı yapanlar) Ermenilerin evlerinde bulundurdukları silahları teslim etmeleri çağrısında bulunur.(Sayfa: 577), 24 Mayıs‘ta başta Ermeni Başpiskopos olmak üzere bütün devlet memuru Ermeniler tutuklanır. 3 Haziran 1915‘te Mutasarrıf Nabi Bey görevden alınır yerine Arga / Akçadağ Kaymakamı Vasfi Bey atanır. Kısa süre sonra da Reşid Bey atanır.
6 Haziran‘da Malatya hapishanesindeki adi suçlular bırakılır. (Sayfa: 578). Bunlardan silahlı bir birlik oluşturulur. Başına da yerel Jöntürk lideri Mehmet Bey getirilir. Bu birlik irticalen yapılan katliamlarda görev alır. (Sayfa: 578)
Vekaleten Mutasarrıflığa bakan Vasfi Bey (Haziran ‘da) Mezre ‘de beş bine yakın bomba bulduklarını Alman Papaza söyler.(Sayfa:578) Bu arada Malatya ‘da tutuklu bulunan Ermeni liderler ‘’eğer serbest bırakılırsak Ermenilerin elindeki silahları toplarız ‘’ teklifinde bulunurlar. 27 ya da 28 Mayıs‘ta 4 Ermeni lider serbest bırakılır. Silahlar toplanır? (Sayfa:579)
Mayıs sonunda 1.300 Ermeni erkek daha gözaltına alınır. İşkence görürler. Bombaların yerini söylemeleri istenir. Hapishanede 60 kişi ölür/öldürülür. 16 Haziran 1915‘ten sonra Alman Papaz günlüğüne : ‘’Artık tutukluların öldürüldüğüne inanıyoruz ‘’. (Sayfa: 580) “Ancak hükümetin bu işte parmağı olduğuna inanmıyoruz.” diye yazar.
Yazara göre; Belediye Reisi Mustafa Ağa Azizoğlu Ermenilere karşı uygulanan bu sindirmelere karşıdır. Alman Papaza düzenli olarak bilgi verir. Başkan Azizoğlu, 100 ‘den fazla tutuklunun cesedine ulaştıklarını ifade eder.
15 Haziran 1915 ‘te Malatya–Elazığ arası yol yapımında çalışan 1.200 Ermeni‘nin katledildiğini öğrenir.(Papaz bu bilgiyi Belediye Reis‘inden öğrenir). Kurbanlar Pirot köyü civarında öldürülür. Bu katliam hapisten çıkarılan ve Mehmed Bey ‘in kumanda ettiği çete tarafından yapılır.(Sayfa: 581) Yine aynı gözlemci 214 Ermeni’nin Taştepe madeninde bıçak ve baltalarla öldürüldüğü bilgisini verir.(Sayfa: 581), 74 Ermeni ise Kızıl Göl ? de öldürülür.
Malatya Ermenilerin Sürgünü Başlıyor…
26 Haziran ‘da Malatya ‘da yaşayan Ermenilerin üç gün içerisinde sevkiyata tabi tutulacağı emri verilir.(5.581)
Bir gün sonra yani 27 Haziran ‘da gönüllü olarak amele taburlarında çalışacak gençlerin ailelerinin tehcir edilmeyeceği duyurulur. 400 genç erkek amele taburlarına katılmak için kayıt yaptırır.
Gençler dört gruba ayrılır;
Birinci grup İnderesi ‘nde Malatya kışlasına su temin işine gönderildi. İkinci grup şehirde yapılan İttihat ve Terakki Cemiyeti binasının inşaatında çalıştırılır. Üçüncü grup ise Osman adındaki birinin işletmesinde üniforma dikme işine gönderilir.
Mutasarrıf Reşit Bey Alman Papaza,” 300 Ermeni dün gece, 180 Ermeni ise bir önceki gece İnderesi ‘nde öldürüldü ve burada gömüldü.” bilgisini verir. (5.582)
Alman Papazın günlüğüne göre; Belediye Reisi Mustafa Azizoğlu ‘nun derlediği bilgilere göre son iki haftada (Haziran – Temmuz) 2.000’ in üzerinde Ermeni öldürüldü. Bunların çoğu İndere’de, Taştepe’de ve Kündübeg’de (Gündüzbey) katledilip gömüldü.(s.582)
Alman papazın günlüklerine göre Malatya’da sürgün 15 Temmuz 1915’te başladı. (Bir önceki yazımızda Malatya Ermenilerinin Tehcir edildiğine dair henüz bir belgeye ulaşamadığımızı ifade etmiştim)
Alman Papaz Malatya’daki gözlemlerine şu şekilde devam eder; “Temmuz ayı boyunca ve Ağustos başlarında Kuzeyden ve Batıdan gelen Ermeni kafilelerin geçişine şahit oldum.”
Yine, “12 Temmuz’da Sivas’tan gelen yaklaşık 2.000 Ermeni, Mezre ve civarından gelen 3. 000 ila 4. 000 Ermeni Malatya’dan geçti” diyen Alman Papaz, “17 Temmuz’da yine Sivas’tan gelen 2. 000 civarındaki köylünün geçişine şahit oldum.” demektedir.
Alman Papaz aynı günlerde yanlarında çalışan Türk bahçıvanın ifadelerine dayanarak “Sivas’tan gelen 2.000 kişilik Ermeni kafilesinin şehrin Kuzeyinde eşilmiş dev bir mezara götürüldüğünü” söyler.(s.583), Papaz, 21 Temmuz’da da yine Sivas’tan getirilen 1.000 ya da 2.000 Ermeni’nin Malatya’dan geçiş yaptığını duyar.
22 Temmuz’da Sivas’tan getirilen 10.000 Ermeni’nin Fırıncılar köyü civarına yönlendirildiğini söyleyen Papaz, 29 Temmuz’da 10-15.000, 30 Temmuz’da Kuzey-batıdan getirilen 1000-1500, 1. Ağustos’ta 3.000, 4. Ağustos’ta 1.000-2.000 kişilik kafilenin Kırkgöz köprüsünden karşıya geçirildiğini, bunların bir kısmının doğrudan şehir merkezine bir kısmının da Fırıncılar köyü düzlüğüne yönlendirildiğini ifade eden yazar, Malatya’nın bir “ölüm tuzağı” olduğunu, hiç kimsenin Urfa ya da başka yere ulaşmadığını iddia etmektedir.
Ermeni çocukların durumu;
Tanık Hanğlaryan’a göre, Temmuz 1915 ortalarında Fırıncılar köyü düzlüğünde 15 yaşın altındaki kızların ve 10 yaşın altındaki erkek çocukların toplandığını, bunların sayısının yaklaşık 3-5.000 olduğunu, bu çocukların Malatya’daki Ermeni ailelerin gözetiminde, Malatya şehir merkezindeki Ermeni ve Protestan kiliselerine, Ermeni okullarına ve şehirdeki bir kaç büyük malikaneye yerleştirildiğini söylemektedir. Tanıklara göre bu çocukların bir kısmı Ermeni ailelerinin yanında bir kısmının da Müslüman Türk ve Kürt ailelerine bırakıldığını ifade etmektedir.
Alman Papaza göre Malatya yetimhanelerinde toplam 40 bin civarında çocuğun gelip geçtiğini, annelerinin gözetiminde hayır kurumlarına bırakıldığını günlüklerine yazsa da yazar Raymond, Papazın yanıldığını söyleyerek bu çocukların kötü hijyen altında hastalandıklarını, hastalanan çocuklarla birlikte Göztepe’deki (Boztepe olabilir.) toplu mezarlara atıldığını iddia etmektedir.(s.584) Tanık Boğosyan daha korkunç bir iddiada bulunarak bu “gavur dölleri”nin yetimhanelerde yer açmak için her gece bir jandarma eşliğinde arabalara bindirilerek Tohma Çayına götürülüp suya atıldığını iddia etmektedir. (4) Arapkir yetimhanelerindeki Ermeni çocuklar içinde benzer iddialar ileri sürülmüştür: Buradan alınan yüzlerce çocuk Kırkgöz Köprüsüne getirilip Tohma Çayına atılır.
Akıl almaz anlatımlar;
Okuyucularımızın yukarıdaki anlatımlardan dolayı midelerinin yeterince bulandığının farkındayım. Ancak Ermeni bakış açısının sınırlarının tam olarak ne olduğunun Malatya kamuoyu tarafından bilinmesinin önemli olduğuna inanıyoruz. Bunun için bu anlatımlarla ilgili son birkaç satır daha eklememe izin verilmesini isterim. Özellikle tanık Boğosyan’ın akıl almaz anlatımlarını aktarıp bu bahsi kapatmak istiyorum. Boğosyan;
“Malatya hapishanesinde Ağustos başlarında aralıksız 9 gün boyunca çeşitli amele taburlarında çalışan gençlerin ve yaşlıların boğazları kesilerek öldürüldüğünü ve Tohma Çayına taşınıp nehre atıldığını, gecede toplam 300 civarında kişinin bu şekilde kurban edildiğini “iddia eden tanık şu cümleleri sarf etmekten çekinmemiştir: “Yetkililer akan kanı tahliye etmek için şehir dışına bir kanal açmak zorunda kaldılar” dedikten sonra şu manzarayı betimler: “Kaymakamlık binasının avlusuna geldiğimde yüzlerce çıplak genç erkek kendi kanlarında yüzüyordu.”(s.585)
Sonuç ve Değerlendirme
Ermeni iddialarını ilk defa bu kadar açık ve ayrıntılı bir şekilde kamuoyu ile paylaşmış oluyoruz. Açık söylemek gerekirse bu kadar ayrıntılı iddiaları da ilk defa söz konusu bu kitaptan öğreniyoruz. Bunların doğruluğu konusunda ciddi şüphelerimiz var. Sadece üç Ermeni görgü tanığının anlatımlarından hareketle bir kanaate varmamız beklenmemelidir. Anlatılanların bir kısmı akıl ve mantık dışı görülüyor. Örneğin Malatya’daki Ermeni yetimhanelerinde yer açmak için her gece onlarca çocuğun götürülüp Tohma Çayına atılması iddiası gibi.. tehdit unsuru olmaktan uzak sabilerin böyle bir muameleye tabi tutmak için akıl ve ruh sağlığının çökmüş olması gerekir. Sonra Alman misyonunda çalışan bir Türk bahçıvanın” Sivas’tan gelen 2. Bin kişilik Ermeni kafilesinin şehrin Kuzeyinde eşilmiş dev bir mezara götürüldüğü” iddiası.. mantık olarak 10-20-50-100 kişinin katledilmesini anlarız da 2000 kişinin dev bir çukura götürüp gömüldüğü iddiası da makul görülmemektedir.
Yazar Raymond Kevorkıan Malatya’nın Anadolu’nun en büyük katliam merkezlerinden biri olduğunu söylüyor. Fırıncılar düzlüğünde toplanan 80-100 bin civarındaki Ermeni’nin Malatya- Adıyaman arasında Fırat Nehri kenarında yok edildiği iddiasını bir tarafa bırakacak olursak Malatya bölgesi için verdiği katliam rakamlarını topladığımızda 16.000 civarında bir rakamla karşılaşıyoruz. Doğru olsa bile bu rakamları küçümsediğimiz anlaşılmamalıdır. Zira “haksız yere bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş sayılır” inancına sahibiz. Öldürülen insanların sayısı üzerinde de bir spekülasyon oluşturma hakkına sahip değiliz. Ancak itirazımız Ermeni tarafının bu yaşananlar üzerinden bir “soykırım” çıkarmış olmasıdır. Soykırımı eğer öldürülen Ermenilerin sayısı üzerinden bir çıkarıma gidiyorlarsa benzer rakamlar imparatorluk çökerken hayatını kaybeden Müslüman ahali için de söylenebilir. Eğer öldürme şekli üzerinden bir çıkarıma gidiliyorsa benzer muamelelere Müslümanlarda maruz kalmıştır.
Raymond Kevorkıan’ın anlatımlarında en çok dikkat çeken şey, Ermeni masumiyetidir. Kitabın bütünü dikkate alındığında sanırsınız ki Ermeniler melek, diğerleri zebanidir. Bu yaklaşım ne yazık ki meslenin anlaşılmasını zorlaştırdığı gibi iki taraflı yüzleşmeyi de imkansız hale getirmektedir.
Burada çokça yapılan bir hataya düşmek istemem. Ermeni meselesi söz konusu olunca“sözde, gülünç, komplo, karşı propaganda, tehcir, tutarsızlık” gibi.. Bu yaklaşım içine girmektense meseleyi anlamaya çalışmak, mümkünse empati yapmaya çalışmak elbette ki daha doğru bir tercih olacaktır.
Çoğu zaman bir meseleyi kendi tarihsel atmosferinden kopardığımız için anlama güçlüğü çekeriz. Ermeni meselesini de ne yazık ki kendi tarihsel bağlantılarında kopararak anlamaya çalışıyoruz. Öncelikle Ermeni meselesinin nasıl bir tarihsel sürecin içinde ortaya çıktığına bir bakalım:
Çöküşün Fotoğrafı;
1909 yılında İttihatçı darbenin ardından gelişen olaylara baktığımızda görülen manzara şöyle;
1911-1912 yılında Trablusgarp savaşı ile Osmanlı Devleti Afrika’daki son toprağını kaybetmenin verdiği çaresizlik atmosferi daha dağılmadan, 1912-1913’te Balkan savaşları ile Midye-Enez hattının dışında kalan tüm Balkan topraklarını kaybetti. Bu topraklar üzerinde yaşayan yüzbinlerce Müslüman göçmenin saldırılarda hayatını kaybederken, kalanları İstanbul başta olmak üzere batı illerinde açlık ve sefaletle boğuşuyordu. Bu savaşların ve göçmenlerin oluşturduğu çaresizlik devam ederken imparatorluğu bitirecek Birinci Dünya Savaşı başladı.(1914-1918),
Batı’da bu manzara yaşanırken, Doğu cephesinde Rus-Ermeni saldırılarının başlaması ile birlikte yaklaşık 1.200.000 Müslüman göçmen Anadolu içlerine doğru kontrolsüz bir şekilde yayıldı.
Dört bir taraftan Anadolu’ya sığınan bu mültecilerin Müslüman olması, bu mültecilerin geri çekilirken yaşadıkları akıl almaz kayıplar, içeride yaşayan Hristiyan- Ermenilere karşı düşmanlığı büsbütün körükledi.
Diğer yandan, Çanakkale cephesi hariç hemen bütün cephelerde alınan ağır sonuçların verdiği yenilgi psikolojisi komutanından erine, köylüsünden şehirlisine toplumsal barışı geri dönülmez bir şekilde zehirledi. Osmanlı- İslam askerleri Çanakkale cephesi dahil tüm cephelerde ölüm-kalım mücadelesi verirken, Anadolu’da Hristiyan-Ermeni unsurların Ruslarla işbirliği yapmaları, yetmiyormuş gibi Osmanlı ordusunun ikmal yollarını vurmaları ve bunun affedilemez bir ihanet olarak algılanması, 1915’te yaşanacak Ermeni sevkiyatının çok da kolay olmayacağını haber veriyordu.
Ordudan firar eden Müslim-gayrimüslim kaçakların Anadolu’da sebep olduğu asayişsizlik ile 1895 Ermeni olayları sırasında Müslümanlarla Ermeniler arasında süregelen intikam ve güvensizlik duygusu ile birleşince yaşanacak olan akıl tutulmasının boyutlarını varın siz düşünün.
Konuyu daha fazla uzatmaya niyetim yok. Ancak şu kadarını ifade edip yazıma son vermek istiyorum:
Altı yüz yıllık imparatorluk kolay kurulmadığı gibi kolay da ayakta durmuyordu. İmparatorluğun son iki yüzyılında yaşananlar, sömürgeci güçlerin pençesinde sancılı bir çöküşe dönüştü. Bu sancılı çöküşün son 20-30 yılında yaşanan acıların büyük bir kısmı, İmparatorluğun etnik ve sosyolojik yapısını dikkate almadan ulusçuluk ve bağımsızlık hevesine düçar olan İttihatçı-Taşnak çetelerinin sebebiyet verdiği sonuçlardır. Yüz yıl önce halkların birbirini boğazlamaları için nasıl bir tutum ortaya konulduysa, bugün hala bu İttihatçı-Taşnak zihniyeti, yara almasına rağmen tutumunu sürdürmektedir. Bize de yüz yıl önce Kınalı Mehmet’in mektubunu ve Ohanes Apresyan’ın hatıralarını(5) okurken gözyaşı dökmek kalıyor.
(YAZI DİZİSİNİN SONU)
______________
İLGİLİ KAYNAKLAR
1-http://www.zaman.com.tr/yorum_karanlik-bir-odaydi-gecmisimiz-simdi-anahtar-deliginden-giren-bir-isik-var_2020388.html
2-Raymond Kevorkian; Saint-Denis Üniversitesi Fransız Jeopolitik Enstitüsünde araştırma başkanlığı yapan Kevorkian, Ermeni Hayırseverler Cemiyetine bağlı Nubaryan Kütüphanesinin yöneticisidir.Ermenistan Bilimler Akademisinin de üyesi olan Raymond H. Kevorkian’ın Ermeni meselesi ile ilgili çok sayıda eseri bulunmaktadır.
( http://www.ismailbesikcivakfi.org/default.asp?sayfa=haber&id=98#.VTISPNL...)
3-Osmanlı Ermenisi Aram Andonyan'a ait 1919 ve 1920 senesinde Londra'da Hodder & Stoughton yayınevinde basılmış bir kitap. İçinde Andonyan belgeleri diye bilinen ünlüTalat Paşa telgraflarının kopyalarını barındırıyor.Kitapta, Ermeni tehciri sırasında Ermenilerin imha edilmesini emreden 50 telgraf ve 2 mektup mevcut. Kitap, bu belgelerin Osmanlı Devleti'ni o yıllarda idare eden Jöntürk liderlerine ait olduğunu iddia ediyor. Belgeler bilimadamlarının büyük çoğunluğuna göre sahte ya da ispat gücünden yoksun. Belgelerin sahte olduğu tartışmasını 1983 yılında Şinasi Orel ve Süreyya Yuca'nin araştırması The Talaât Pasha "telegrams" : Historical fact or Armenian fiction? (Talaât Paşa "telgrafları" : Tarihi bir esas mı yoksa Ermeni hayal ürünü mü?) başlattı. 1986 yılında ise Dadrian'dan belgelerin esas olduğunu ispatlamayı hedef alan bir araştırma geldi. Bu iki araştırmadan sonra belgeleri derin şekilde araştıran analiz sunulmadı. Belgelerin sahte olduğunu kabul edenler, Şinasi Orel ve Süreyya Yuca'nın araştırmasının yeterince ikna edici olduğunu belirtiyorlar. Başka yazarlar daha fazla araştırma bekliyorlar. ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Andonyan_Belgeleri)
4- NuK/Andonyan Belgeleri K.P. 1/3, Levon Boğosyan’ın tanıklığı
5-Leonard Ramsden Hartill, İnsanlar Böyledir, Çeviri: Kerim Cengiz Kevenk, Baylan Matbaası, Ankara 1978, Celal Yalvaç Özel Kitaplığı.