"Malatya Mizacı"
Zaman zaman Malatyalıların mizacı üzerine çeşitli tanımlamalar yapılmaktadır
Orhan TUĞRULCA Tarihçi/Yazar otogrulca@hotmail.com
Niyazi Mısri 16 Mart 1694 yılında Limni’de sürgünde iken 78 yaşında hayatını kaybetti. Bu yazının amacı Mısri’nin 325. ölüm yıldönümünü hatırlamakla birlikte, onun karakter yapısı etrafında “Malatya Mizacı” ile ilgili bir deneme çalışması yapmaktır. Dolayısıyla makalemizin sınırlarını Niyazi Mısri’nin karakter yapısı ile Malatyalıların mizacı (huyu, yaradılışı, tabiatı, karakteri/TDK) arasındaki ilintiyle sınırlandırmak istiyoruz. Bunu ne kadar başarabiliriz, onu bilemiyorum.
Malumunuz zaman zaman Malatyalıların mizacı üzerinde çeşitli tanımlamalar yapılmaktadır. Örneğin “Battal Gazi’nin torunları” gibi ya da “suyu sert insanı mert” gibi tanımlamalar. Bu tanımlamaların bilimsel bir karşılığı olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma yapılmış değildir.
Böyle bir çalışma yapılsa bile hangi bilimsel disiplinin parametreleri üzerinden araştırma yapılmalıdır. Örneğin “Malatya mizacı” Antropolojinin mi? Yoksa Psikolojinin mi? konusuna girmektedir? Doğrusu bunu bilmiyorum. Ancak biz burada anlamsız ve içinden çıkılmaz bilimsel tartışmalara girmekten çok örnek kişiler üzerinden bir karakter analizi yapmak istiyoruz.
Malatya mizacı ile ilgili olarak kişiler üzerinden yapılan değerlendirmelerde şunları sık sık duyarız:
Turgut Özal gibi cesur… İsmet İnönü gibi devlet adamı… Ahmet Kaya gibi sanatçılar… Niyazi Mısri gibi otorite tanımaz adamları yetiştiren şehir gibi..
Bu konuda her ne kadar bilimsel bir araştırma söz konusu değilse de son on beş yıldan buyana Malatya tarihi ve kültürü üzerinde yaptığımız araştırmalar sırasında karşılaştığımız tarihi şahsiyetlerin biyografilerinden hareketle vardığımız sonuç, mekânın insan mizacı/karakteri üzerinde önemli etkileri olduğu yönündedir.
Bu bahsi Malatya dışındaki araştırmacıların gereksiz göreceğini de biliyoruz. Bu bağlamda Malatya’nın coğrafi yapısının, ikliminin, suyu ve havasının, doğu-batı ve kuzey-güney göç yollarının kavşağında oluşunun insan-mekân ve mizaç ilişkisi açısından araştırılmaya değer olduğunu düşünüyoruz.
Her ne kadar Malatya mizacı üzerinde herhangi bir çalışma yapılmadıysa da Taberi, İbn Haldun ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi ilim adamları mekânın insan mizacı/karakteri üzerinde hayli etkili olduğu kanaatine varmışlardır. Örneğin; Taberi, insanın sert yada yumuşak tabiatlı oluşu, iyi yada kötü tabiatlı oluşunu, Tanrının insanı yaratırken kullandığı çamurun siyah, beyaz ve ara renklere (farklı mekânlardan elde edilen) sahip olmasına bağlayan rivayetleri verirken (1), İbn Haldun, iklimin, coğrafyanın, sıcak ve soğuk havaların hatta yiyecek ve içeceklerin insan tabiatı/mizacı üzerinde önemli etkiler bıraktığı kanaatine varmıştır. Örneğin Deve etiyle ve sütüyle beslenenlerin sabırlı, ağır yüklere/sorumluluklara katlanma ve güç yetirme gibi Deve’de var olan özelliklere sahip olduklarını ileri sürmüştür.(2) Erzurumlu İbrahim Hakkı’da yine “her şehir kendi ehlini kendi mizacı gereğince terbiye etmiştir”(3) diyerek şehir/mekân ile mizaç/karakter arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir.
Makalemizin odağında olan Mısri üzerine çalışan araştırmacıların, onun düşünce ve mizacını anlamaya dönük arayışlarda mekânın etkisini göz ardı etmediklerini görüyoruz. Örneğin, Bursalı Mısriyye tarikatı şeyhlerinden Mustafa Lütfi Efendi tarafından Hicri 1309 Miladi 1891 yılında kaleme alınan “Tuhfetü’l Asri fi Menakıbi’l Mısrî” adlı eserinde şu ifadelere rastlıyoruz: Mısri, “Mevliden Malatyevi, meskenen Bursevi ve medfenen Limnevi olup Malatya eşrafındandır.”derken aynı ifadeleri Hüseyin Vassaf da (1872-1929) eserinde tekrarlamıştır.
İnsanın şehre, şehrin insana kattığı değere dikkat çeken Bilal Kemikli, hem Mustafa Lütfi Efendi’nin hem de Hüseyin Vassaf’ın, Mısrî’yi demleyen şehir olan Elmalı’yı atladıklarını hatırlatarak bu cümleyi şu şekilde tamamlar: Mısrî, “Mevli’den Malatyalı meşreben Elmalılı, meskenen Bursalı ve medfenen Limnili.”(4) dir, der. Bu cümlelerin daha açık şekli şudur: Mısrî’nin, doğum yeri Malatya, onun düşüncelerini demleyen şehir Elmalı, oturduğu ve yaşadığı yer Bursa, kabrinin bulunduğu yer ise Limni’dir.
Mısri araştırmacıların bu tanımlamaları yaparken bir şeyi gözden kaçırdıklarını düşünerek bizde şu tespiti yapıyoruz: Mısri; mevliden ve mizacen Malatyalı, meşreben Elmalılı, meskenen Bursalı ve medfenen (medfun olduğu-defnedildiği yer) Limnili’dir.
Mekânın insan üzerindeki etkisinin bizzat Mısri tarafından vurgulanmış olması dikkat çekicidir.
“Barekallah gülistan-ı bülbülandır Aspozi” ve “Bir şehre irişdi yolum dört yanı düz meydan kamu” ile başlayan iki ayrı şiiriyle Mısrî, insanı şehre, şehri insana benzeterek hem ontolojik hemde antropolojik bir çıkarımda bulunmaktadır.
Bu iki şiirini burada vermeyeceğiz. Zira Mısrî’yi şehir-insan ilişkisi bağlamında ayrı bir başlık altında incelenmesi gerekiyor. Burada sadece şunu hatırlatalım ki Mısrî, Aspozi (Aspuzu- Bugünkü Modern Malatya’nın eski adı) olarak adı geçen Malatya şiirinde; bülbül, gülistan, cennet, su, hava, arifler meclisi, Derme Suyu (Der-mesih), yeşil elbise, meyve, dilber gibi tabiata dair kelimeleri saydıktan sonra insan karakteri ile ilgili şu tespiti yapmış olması Malatya mizacının yüzyıllar öncesinden fark edildiğini göstermektedir.
“Ol sebebden ehli pür akl-ü zekâ vü marifet, Mahzen-i ehl-i ulum-u kamilandır Aspozi”der. (O sebepten (Malatya’da/Aspozi) çok ehli akıl zekâ ve marifet sahibi İlim ve Kemal ehli misali hazinelere malik insanlar yetişir)
Bu makalede amaçladığımız sonuca varabilmemiz için Niyazi Mısri’nin hayat serüvenin birçok ayrıntısının bilinmesi gerektiğini düşünüyoruz. Burada bu ayrıntılara girmeyeceğiz.
Mısri’nin çocukluğundan ölümüne kadar olan sürede hemen hayatının her aşamasında Malatyalı mizacının baskın çıktığını görebiliyoruz. Babası Soğancızade Ali Çelebi’nin hocasına “Kâmil değildir.” diyerek gitmemesi onun yerine Malatyalı bir bilgin olan Hüseyin Efendi’yi tercih etmesi, Mısır'da kendisini halife yapmak isteyen hocasına “Efendi benim kalbim hilafete kanmaz.” diyerek reddetmesi, Mısri’nin makam ve mevki karşılığında kişiliğinden taviz vermediğinin ilk emareleri olarak gösterilebilir.
Düşüncelerini açıklamaktan dolayı hayatının büyük bir kısmını Rodos ve Limni sürgünlerinde geçiren Mısri;
“Kim ki candan geçmez ise deyin bize yâr olmasın, Âr u ırz ile gelüp âşıklara bâr olmasın.” (Kimki candan geçmez ise söyleyin bize yar olmasın Ar ve ırz ile gelip aşıklara yük olmasın).(5)
Bir başka şiirinde;
“Kassâb elinde koyunum Ya o beni ya ben onu Cellad önünde boyunum Ya o beni ya ben onu” diyerek meydan okuması,
Canına kastetmek isteyenlere seslenerek;
“Siz canımı cesedimden ayırmadınız, eğer ayıraydınız, nur mu olurum, yoksa zerreler mi? Geri dönüp dirilir miyim, yoksa ölür gider miyim? Göreydiniz…” (6) gibi son derece meydan okuyucu tutumu onun mizacının yansımaları olarak kabul edilir.
Söz konusu hatıratlarında ise, 14.yy da Halep’te, devrin din anlayışına karşı çıktığı için derisi yüzülerek öldürülen Nesimi’yi hatırlatarak gerekirse aynı akıbeti paylaşmaya hazır olduğunu ima etmektedir. Mısri’nin Osmanlı sultanına karşı ve saraya musallat olan Kadızadelilere ve bilhassa hedefine koyduğu Vani Mehmet Efendi için kullandığı argümanlar yenilir yutulur cinsten değildir. Bu bağlamdaki meydan okuyuşlarını çoğaltabiliriz.
Osmanlı tarihinde sufi hareketler içerisinde Şeyh Bedreddin’den sonra siyasi otoriteyi en fazla uğraştıran ve tedirgin eden bu cesur adamın düşüncelerini ister beğenelim ister beğenmeyelim, çağdaşları sarayın koridorlarında kimlik ve kişiliklerini üç beş kuruşluk “hasen hattı” ile satarken o, yüreğinde hiçbir şeyi saklamadan, bedeli ne olursa olsun inandıkları uğruna harcayarak bize bugün bir Malatyalının aslında nasıl olması gerektiği ile ilgili altın bir miras bıraktı.(7)
Mısrî’nin Limni’de sürgünde yaşadığı yıllarda bir başka Malatyalı şahsiyet olan Karabaş Veli’nin de (1611-1686) sarayın sürdürdüğü sindirme politikası karşısında aynı tarihlerde (1680) ve aynı adada sürgün olması belki de tesadüfle açıklanabilir.
Hatta son dönem Cumhuriyet tarihimizde gerek ideolojik hareketlerin gerekse siyasi mücadelelerin merkezinde Malatyalı şahsiyetlerin belirgin bir şekilde yer almış olmaları dahi tezimizi doğrulamayabilir.
Ancak tarihi coğrafyanın insanın psiko-sosyal davranışları üzerinde yaşamı boyunca etkili olduğu yönündeki kanaatimizi, bilimsel herhangi bir dayanağı olmasa bile sürdürüyoruz.
Bu makaleyi okuyan okuyucularımızın şu soruyu sorduklarını tahmin etmek zor değil.
-“İyi de hocam hani nerede o Malatya mizacına sahip insan?”
Bu makalenin asıl amacı da zaten bu soruyu birbirimize sormaktır. Uzak geçmişten ve yakın geçmişten Malatya gündemini incelediğimizde bu meydan okuyucu mizaca sahip insanları sıklıkla görmemize rağmen bugün neden korkak tabiatlı, ikiyüzlülüğe meyyal, makam ve mevki karşısında kişiliğini ayaklar altına alan, sorgulamaktan aciz, neme lazımcı, otorite karşısında küçülen hatta buharlaşan insanlar daha çok dikkat çekiyor.?
Malatya mizacının neden bu hale geldiğini bilmiyoruz.
Son kırk yıldan buyana gerçekleşen nüfus hareketliliği ile mutasyona uğrayarak antropolojik bir evrim mi geçirdi onu da bilmiyoruz.
Ancak makalemizi daha fazla uzatmamak adına tarihi şahsiyetlerin biyografilerinden hareketle edindiğimiz izlenimlere dayanarak Malatya mizacının ne olduğunu ve ne olması gerektiği ile ilgili tespitlerimizle son vermek istiyoruz:
1-Malatyalı farklılığa ve yeniliğe açıktır. 2-Malatyalı son otuz yıldan buyana yaptığı siyasi tercihleri dikkate alındığında (CHP-MHP-ANAP-RP-AKP) mutaassıp değildir. 3-Göç ve şehirleşmeye rağmen hala güçlü bir Malatyalılık bilinci taşımaktadır. 4-Malatyalı açık sözlüdür. Duygularını saklamaz. Konuşulması gereken yerde susmaz, nabza göre şerbet vermez. 5-Destan şehri olması Malatya karakterine özgür ve otorite tanımaz olarak yansımıştır. (Kural tanımaz anlamında değil). 6-Malatyalı dik yürür, “sismik şoklar yaratır, insanları sarsar. Duruşuyla sıkıntı verici, aykırı, maske indirici ve keyif kaçırıcıdır.” 7-Malatyalı güçlü bir özgüvene sahiptir. Bu özgüvenle zayıfları savunur, seslerini duyuramayan, hiçbir imtiyazı olmayanların sözcüsüdür. 8-Coğrafyasındaki fetih kültürü Malatyalı karakterine girişimcilik ve liderlik olarak yansımıştır. 9-Farklı kültürlerin buluştuğu ve harmanlandığı bir coğrafya olması Malatya karakterine hoşgörü kültürü olarak yansımıştır. Bu yüzden şövanist milliyetçiliğe, sınıf, ırk, din, mezhep ve toplumsal imtiyazlara karşıdır. 10-Son on bin yıldan buyana kentin yerini dört kez değiştirmiş olması (Cafer Höyük, Değirmen tepe (Fırat Vadisi), Aslan tepe, (Eski)Malatya, Modern Malatya) sakinlerinin karakter yapısında “sürekli arayış” olarak tezahür etmiştir. 11-Malatyalı güçlü bir “kanıtlayıcı” geleneğe sahiptir. Tartışmalarında “delilin nedir” sorusu bu geleneğin dışa yansıyan yönüdür. “Ceketi ilikli, söylediklerini kimsenin anlamadığı cafe filozofu” değildir. 12-Malatyalı iktidara karşı hakikati söylemeye çalışan dilin müellifidir. “Kusurlu ve baskıcı otoritelere meydan okurken kazığa bağlanma, sürgün edilme, çarmıha gerilmeyi göze alır.”(8)
KAYNAKLAR: 1-Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi I.MEB, 1991, s.116 2-İbn Haldun, Mukaddime I, pdf, 232 3-Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname, https://havassite.files.wordpress.com/2018/10/erzurumlu-ibrahim-hakkc4b1-hazretleri-marifetname.pdf 4-Bilal Kemikli, Hakikat Şehrine Varmak Yahut ümmi Sinan’a Ermek, Keşkül, Kış, 2012, s.23-24,25 5-İhramcızade İsmail Hakkı Altıntaş, Divanı İlahiyat ve Açıklaması, C.III, s.114(https://archive.org/details/Niyazi-i MisriDivaniAciklamasiCilt3/page/n1) 6-Durali Yılmaz, Sürgündeki Şeyh, Uzaydaki Kapı, Yedi İklim, Nisan 2008 7-Mahmut Erol Kılıç, “Açık Sözlülüğü İle Mısrî’nin “Malatyalılık Mizacının” ağır bastığını” (Niyazi Mısrî Uluslararası Sempozyumu, 2010, Malatya, Orhan Tuğrulca, Niyazi Mısri BİLGENİN SOFRASI Aşk da Var İsyan da, Bilsam Y. s.140-145 8-Yararlanılan eserler: Orhan TUĞRULCA, Malatya Geçmişten Günümüze Şehrin Serüveni, Malatya Büyükşehir Belediyesi Yayınları,2017