SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Tuğrulca

Kayıp Şehrin Hikayesi

Kayıp Şehrin Hikayesi
A- A+ PAYLAŞ

Orhan TUĞRULCA

Tarihçi-Yazar

otogrulca@hotmail.com

 

“Kayıp Şehir” ifadesini sırf yazımızı ilginç kılmak için kullandığımız zannedilmesin. Malatya bölgesinde adı bilinip mevcudiyeti bulunmayan onlarca yerleşim yeri bulunmaktadır. Bunların bir kısmı gerçekten şehir vasfına haiz yerleşim yerleri olduklarını da tahmin ediyoruz. İşte bu şehirlerden biride “Samuha” olarak bilinen yerleşim yeridir.

Adı geçen bu şehir ile ilgili aşağıda biraz daha ayrıntılı bilgi vereceğiz. Ancak öncelikle şunu ifade etmemizde yarar var. Yerel tarih araştırmaları gerçekten büyük bir sorumluluğu gerektirir. Zira yerelde yapmış olduğunuz, bilhassa alan araştırması sonucu elde ettiğiniz bilgilerin şehir dışında genel tarih araştırması yapan araştırmacılar tarafından, doğruluk derecesi araştırılma imkânı olmadan kullanılacağından ince eleyip sık dokumanız gerektirecek düzeyde hassasiyet ister. Unutulmaması gerekir ki ilkeli araştırmacılığı bir yana bırakıp sırf yereli ilginç ve cazip kılmak için “tahminler” den hareketle bilginin kayda geçirilmesi büyük bir vebali gerektiği muhakkaktır.

Esenbey – Ozan arası Tohma havzasında üçüncü kez bir alan araştırmasına çıktık. İkinci alan araştırması sonunda aslında makalemizi yayımlamaya karar vermiş iken Malatya’mızın değerli araştırmacısı Sayın Mehmet Ali Cengiz’in aynı günlerde bir sohbetimizde Ozan civarında saray kalıntılarına rastladığını söylemesi üzerine makalemizi yayınlamaktan vazgeçtik. Doğrusu meraklandığımızı ifade edeyim. Ancak Sayın Mehmet Ali hocanın tarif ettiği bölgeye yeni bir araştırmaya vaktimiz olmadı. Zira kar ve kış nedeniyle ertelemek mecburiyetinde kaldık. Taki 28 Nisan 2012 gününe kadar.

Esenbey – Ozan arası Tohma havzasında yapmış olduğumuz üç araştırma gezisi ile ilgili izlenimlerimizi aşağıya tarih sırasına göre sizinle paylaşmak istiyoruz.

İLK ARAŞTIRMA GEZİSİ

İlkbahardan kalma güneşli bir günü fırsat bilip tarihçi-yazar Süleyman Demir hocamın aracıyla yola çıkıyoruz. Süleyman hocam sağ olsun gerekli hazırlıkları yapmayı ihmal etmemiş, çayı, ekmeği, yanında nevalesiyle. Akçadağ’dan çıkıp kuzey doğu istikametinden önce 1560 yılından bu yana Arazil adı verilen bölgeden Develi yoluna çıkıyoruz. Levent vadisinden Kol köyüne oradan Küçük Kürne’ye ardından Büyük köyden Kezirpert Kalesi olarak bilinen ve bölgeye tamamen hâkim dağın eteğinden bugünkü asıl hedefimiz olan Samah (Çatalbahçe) köyüne giriyoruz.

Osmanlı kaynaklarında Samahar-ı Süfla Samahar-ı Ulya (Aşağı Samahar-yukarı Samahar) olarak geçen bu köylerin alanını daha iyi izlemek maksadı ile Tohma çayı üzerindeki köprüyü geçip Ozan köyüne varıyoruz. Burada hem daha önce bilgimiz dahilinde olan, halk arasında Mescit olarak geçen ancak mimari yapısı itibari ile Roma-Bizans stilinde, dört köşe 13. sütun üzerinde inşa edilen, muhtemelen bir azizin gömülü olduğu anıt mezarı incelemek, hem de karşı taraftan Samah bölgesini daha rahat izlemek. Biz incelememizi sürdürürken yanımıza gelen ve korucu olduklarını söyleyen Süleyman ve Hüseyin adlı vatandaşlardan anıt mezar ile ilgili halk arasında yaygın olan bilgileri de alıyoruz. Ancak bizi en çok heyecanlandıran bilgi Hüseyin’in; “Samah’ın alt tarafında Tohma çayının kenarında Tohma çayının aşındırması ile ortaya çıkan duvar kalıntıları” oldu. Doğrusu biz de tam da böyle bir bilginin peşinde idik. Zira duvar kalıntıları yıllardır arkeologların ve tarihçilerin peşinde olduğu, lokalizasyonu konusunda çeşitli tahminlerin yapıldığı Hititlerin kayıp şehri Samuha olabilirdi.

Vakit kaybetmeden geri dönüyoruz. Tohma çayının üzerinde kuzey ile güneyin bağlantısını kuran köprünün hemen yanından tekrar Samah tarafına geçiyoruz. Aracımızı uygun bir noktada bıraktıktan sonra Hüseyin’in tarif ettiği noktaya gidiyoruz. Tohma çayının aşındırıp ortaya çıkardığı duvarları görüyoruz. Ancak duvar kalıntılarını görür görmez heyecanımız hayal kırıklığına dönüşüyor. Evet, duvar kalıntıları var, ancak ortaya çıkan taş duvar bir yerleşim yerine değil… Tohma çayının taşkınlıklarına karşı verimli araziyi korumak için örülmüş, yontulmamış taşlardan oluşmakta idi.

Kayıp şehir Samuha’nın kalıntıları olabilir diye heyecanla incelediğimiz bu izlerin boşa çıkması üzerine umutlarımız kırıldıysa da nehir boyundaki arayışlarımıza devam ederek, Şuğul’a kadar gidiyoruz.

Şuğul, halk arasında “derin çukur, yarık, dar vadi, kanyon özelliğine sahip etrafı sarp vadi” anlamına gelmektedir.

Samah ile Ozan arasında çılgınca akıp giden Tohma nehri bu Şuğul dediğimiz yerde adeta yerin altına doğru gizemli bir kayboluşa doğru akıp kaybolmakta. Tohma’nın Şuğul’da kayıplara! Karıştığı son noktaya kadar gidiyoruz. Antik çağ’da güvenlik kaygıları dikkate alınarak Samuha’nın buralarda konuşlandırılmış olabileceğini hesaba katarak etrafı inceliyoruz. Ancak Samuha’nın izine rastlamıyoruz.

Bu durum elbette ki Samuha’nın kesinlikle bu bölgede olmadığını göstermez. Aşağıda Samuha ile ilgili olarak gerek Hitit kayıtlarında gerekse Asur belgelerinde geçen bilgileri ve bu belgelere dayalı tahminleri okuyucu ile paylaşacağız. Ancak bölgeye tamamen hâkim bir konumda olan ve halk arasında “Kale” olarak geçen, ayrıca Alaaddin Keykubat’ın gözaltında tutulduğu Kezirpert kalesinin de söz konusu bu kale olduğu yönündeki bilgiler bölge üzerinde daha dikkatli araştırmaların yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

İKİNCİ ARAŞTIRMA GEZİSİ

Kayıp şehir Samuha’nın izini bırakmaya niyetimiz yok. 30 Kasım 2011 Çarşamba günü, Akçadağ Kaymakamı Sayın Erhan GÜNAY’ın talimatı ile Akçadağ yöresi kültürel objelerin kayıt altına alınması, hiç olmasa fotoğraflanması amacı ile köyleri dolaşan ekibe bizlerde dâhil oluyoruz. Akçadağ Halk Eğitim Merkezi müdürümüz Remzi Demiryürek, Süleyman Demir Hocam ve yine Halk Eğitim merkezi öğretmeni Mustafa bey olduğu halde Esenbey’e doğru yola çıkıyoruz. Ekibimizin bir kısmı halı ve benzeri objeleri evlerde inceleyip fotoğraflarken bizde Samah ile aynı bölgede yer alan ve kayıp şehir Samuha’nın olabileceği yerlerden biri olan Esenbey bölgesini araştırıyoruz. Bölge halkından her hangi bir şehir kalıntısına rastlayıp rastlamadıklarını, örülmüş duvar, kale benzeri yerlerin olup olmadığını soruşturuyoruz. Ancak umduğumuz bilgilere ne yazık ki ulaşamıyoruz. Bizim için tek sevindirici bilgi Sivas Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun kararı ile I derecede sit alanı olarak da tescil edilmiş olan Karaçağıl tümülüsün bulunduğu bölgeyi işaret edip “burası eskide şehirmiş” bilgisi oldu.

Hala çözemediğimiz husus, bilhassa yüzey araştırması yaptığımız Esenbey - Samah arası Tohma vadisi ile Akçadağ arası antik yol güzergâhı üzerinde yer alan Kayadibi (Zekerhacı), Kol köyü, Çobanuşağı, Levent ve Çataköy bölgesinde çok miktarda Roma –Bizans antik mezarlarının varlığına rağmen eski yerleşim izlerine rastlanmıyor olmasıdır. Hâlbuki biliyoruz ki mezarlıkların varlığı insan yerleşiminin en belirgin ve temel özelliğidir. Ve biliyoruz ki mezarlıklar yerleşim yerlerine çok uzak olmayan yerlere kurulur.

Yukarıda vermiş olduğumuz güzergâhın antik yol olduğuna dair en ufak bir tereddüt söz konusu değildir. Zira Esenbey’in az ilerisinde yer alan Kalolar Han’ı, Ali Barut amcadan Kayadibi Köyü civarında var olduğunu öğrendiğimiz bir başka Han’ın varlığı yine Levent Akçadağ arasında da çeşitli Hanların varlığını biliyoruz. Hekimhan üzerinden gelip Ozan köyünün üst tarafından Tohma çayını aşıp gelen yol da bu antik yol ile birleşen bir başka güzergâh olduğunu belirtelim.  

ÜÇÜNCÜ ARAŞTIRMA GEZİSİ

Üçüncü araştırma gezimizi yukarıda ifade ettiğimiz üzere Mehmet Ali Cengiz hocanın iddiası üzerine gerçekleştirdik.

28 Nisan 2012 cumartesi günü hayli nitelikli bir ekiple yola çıkıyoruz. Aşağıda tekrar hatırlatacağımız üzere 1970’ li yıllarda arkeolog Hamit Zübeyir Koşay ile birlikte bölgede “KAYIP ŞEHİR: SAMUHA”nın izini daha önce sürmüş olan deneyimli araştırmacı sayın Celal YALVAÇ, Malatya Valiliği adına “Dört Mevsim Malatya” projesi için fotoğraflama çalışması yapacak olan Ressam Hasan Demirbağ ve tüm gezilerimizde bize yol göstericiliğini esirgemeyen bölge üzerinde de araştırmalarını sürdüren Süleyman Demir hocam olduğu halde yola çıkıyoruz. Hedefimiz öncelikle Ozan Köyü civarında olduğu iddia edilen saray kalıntılarını görmek olmasına rağmen yol boyunca bol bol çekimler yapıyoruz. Üstelik dört mevsimi bir arada bulmuş olmanın sevincini paylaşarak. Merkez Akçadağ civarında kaysı ağaçları çağala iken Levent civarındaki yükseltilerde yer alan kaysı ağaçlarını sırasıyla çiçekte ve domur da bulduk. Yol kenarına yakın dağ yamaçlarının kuzey yamaçlarında öbek öbek kalmış olan kar yığınlarından kardan nasibimize düşeni yerken, Tohma havzasına doğru inerken yeniden yeşillikler arasında buluyoruz kendimizi. Ozan köyünde bizlere bölgede yardımcı olacak Haydar amcayı da aldıktan sonra Sayın Mehmet Ali Cengiz hocanın “saray kalıntılarını gördüm” dediği yere gidiyoruz. Ancak bölge üzerinde yaptığımız araştırmada ne yazık ki “Kayıp Şehir: Samuha” adına herhangi bir kalıntıya rastlamıyoruz. Umutlarımızı hayal kırıklığına terk edip Tohma çayının Şuğul denilen vadinin arasında kayıplara karıştığı! Son noktaya kadar gidiyoruz. Tohma çayını sağımıza Ozan dağlarını solumuza aldığımız bir noktada soframızı kuruyoruz. Yemekten sonra Ozanlı Haydar amca vadinin ilerisinde dağın zirvesinde kale benzeri bir yerin olduğunu ve bu yeri görmemiz gerektiğini söyleyince tırmanışa geçiyoruz. Zorlu bir tırmanıştan sonra söylenen yere varıyoruz. Etrafı defineciler tarafından delik deşik edilen bu kayanın orta yeri gerçekten oyulmuş, insan eseri olan bu oyukların hangi amaçlarla oyulduğunu ise farklı yorumlar getirerek buradan ayrılıyoruz.

Dönüşte Haydar amca bizi evine davet ediyor. Bize ikram ettiği kar suyu ve çay bizi adeta yeniden canlandırıyor. Son gözlemlerimizi ise Roma- Bizans’tan kalma muhtemelen bir azizin metfun olduğu yere yapıyoruz. Yöre halkının Mescit dediği yapı ne yazık ki yıkılmayla yüz yüze. Altı oyulmuş ve hayli yıpranmış durumda. Müdahale edilmezse,  yakın bir gelecekte yaklaşık iki bin yıllık tarihi yapı yok olup gidecek. Mevcut tarihi envanterlerimiz gerçekten acınacak durumda.

Haydar amcanın anlattığı bir anekdot ise bizi hayli düşündürdü. Bu tarihi yapıyı ziyarete gelen bir turist hanımefendinin, yapının karşısında dakikalarca hüngür hüngür ağladığını hatırlatması ise bu araştırma gezimizi unutulmaz kıldı.

SAMUHA

Eski Asur metinlerinde; “sa-ha-ar-ti sa- Sa-mu-ha” ve “a-na-Sa-mu-ha u Ku-sa-ra” şeklinde geçen Samuha Hitit metinlerinde; “Sa-mu-ha-an, Sa-mu-hi ve Sa-mu-uha” olarak geçmektedir. M.Ö. II. Bin yılı Suriye metinlerinde ise ISKUR Sam(u-ha) ve Iş-tar Sa-mu-ha” şeklinde geçtiği görülmektedir.

Kayseri Kültepe vesikaları arasında “Karum” ve “Wabartum” olarak geçiyor olması Samuha’nın Anadolu-Mezopotamya arasında önemli bir ticaret merkezi olduğunu göstermektedir.(1) Bu durum aynı zamanda Samuha şehrinin M.Ö. II. bin yıllarında Asur Ticaret Kolonileri devrinde Anadolu’nun ticaret ağı içindeki önemini de ortaya koymaktadır. Burası, Anadolu’nun o zamanki siyasal görünümüne uygun olarak, bir beyin (rubaum) oturduğu, bir sarayın (ekallum) bulunduğu şehir olmalıdır.

Hitit metinlerinde Samuha’nın önemli bir dini ve siyasi merkez olduğu, stratejik bir değeri olduğu anlatımlardan çıkarmak mümkündür

Gerek Hitit kralı Telipinu’nun fermanlarında gerekse III. Hattuşili devrine ait olan bir fermanda Samuha adına rastlanmaktadır. Söz konusu bu metinlerde Samuha’nın hem bir idari merkez hem de önemli bir askeri üs niteliğinde olduğu açıkça görülmektedir.

Bir yüzey araştırması şeklinde olan bu gezimiz ile ilgili notları okuyucu ile paylaşırken bilimsel tüm verileri burada vermemizin doğru olmadığını biliyoruz.

Samuha’nın bugünkü Samah köyü civarında olması gerektiği düşüncesi ile bizden önce de bir takım yüzey araştırmaları yapıldığını gazeteci yazar Celal Yalvaç hocamızdan öğreniyoruz.1970’li yıllarda, bir dönem Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünü de yapmış olan arkeolog Hamit Zübeyir Koşay ile birlikte bölgede bir inceleme gezisine katılan Celal Yalvaç, gezi sonunda Hamit Zübeyir Koşay’ın “burasının Samuha tariflerine uyduğunu” ifade etmiş ve ayrıca bu gezi ile ilgili olarak bir dergide makale yazdığı bilgisini de hatırlattı.

Şehrin lokalizasyonu konusunda elbette ki farklı görüşlerde mevcuttur. Bazı araştırmacılar Asur ve Hitit metinlerine dayanarak Fırat’ın batı yakasında Malatya-Divriği arasında gösterirken bazı araştırmacılar ise şehri Sivas-Malatya arasında bir yerde göstermektedir. 2007 yılında Mehmet Kürşat Sükut tarafından “Prehistorik Dönemde Roma’nın Sonuna Kadar Aydıntepe” adlı bir yüksek lisans tezinde hazırlanan bir haritada Samuha’nın Malatya ile Tegarama (Gürün) arasında gösterilmiş olması bizim bu bölgedeki arayışlarımızı desteklemektedir.

Bu kayıp antik şehir ile ilgili, belki de ileride yapılacak daha detaylı araştırmalar ve zamanla ortaya çıkabilecek bulgular bilgilerimizi netleştirecektir. Ancak bu vesile ile bir hususu burada dile getirmeyi bir sorumluluk addediyorum.

Bugün ne yazık ki Anadolu’nun her tarafında olduğu gibi onlarca belki de yüzlerce Höyük, Tümülüs ve benzeri envanter ne yazık ki zengin olma hayali ile tahrip ediliyor. Bu ülkenin hatta insanlık âleminin ortak mirası olan, geçmiş kültürel zenginliğimizi bilinçsizce defineciler tarafından tahrip edildiğini hatta yok edildiğini üzülerek izliyoruz. Ama sadece izliyoruz. Başta Kültür Müdürlüğümüz ve Kültür Bakanlığımız olmak üzere buna bir çare bulmak, projelendirmek, bu ülkenin kültürel zenginliğine zenginlik katmak yerine ne yazık sadece izlemekle yetiniliyor. Amacımız elbette ki burada işin en ucuzuna kaçarak birilerini suçlamak değildir. Sadece sorumlu kurumların ve ilgili Bakanlığımızın üzerine düşeni yapmadığını, yapamadığını hatırlatmak istiyoruz.

Sadece Malatya bölgesinde envantere kaydedilmiş elli civarında höyük var. Ve bu höyüklerin durumu ne yazık ki içler acısı. Kimi höyüklerin yarısı tahrip edilmişken kimi höyükler defineciler tarafından delik-deşik edilmiş durumda. Kimi höyükler ise tamamen yok edilmiş durumdadır.

Malatya yöresinde bugün sadece Aslantepe höyüğü Roma Üniversitesi öğretim görevlileri ve öğrencileri tarafından sistemli bir şekilde kazılmaktadır. Caferhöyük ve Değirmentepe gibi höyüklerimiz ise ne yazık ki yıllar önce Karakaya Baraj sularının altında kalma tehlikesi belirince alelacele bir şeyler kurtarılmıştır. Malatya bölgesinin Neolitik (M.Ö. 8.000-M.Ö. 5.000) dönemleri ile ilgili bilgileri işte bu alelacele yapılmış olan kurtarma kazılarından öğreniyoruz. Hâlbuki bugün sadece Malatya yöresinde 50 civarında höyük mevcut. Ve bunlar arkeologların sistemli kazılarını beklemekteler.

Bu konuda söylenecek yazılacak çok şey var. Ancak biz sadece “Allah yöneticilerimize basiret versin” deyip makalemize son veriyoruz.

 

KAYNAKLAR

1) Turgut YİĞİT, M.Ö. II. Bin yıl Anadolu kentlerinde SAMUHA’nın Tarihi ve Lokalizasyonu Üzerine, http: // dergiler.Ankara.edu.tr;Remzi Kuzuoğlu, Eski Anadolu Metinlerinde Geçen Coğrafya Adları, Gazi Üni. Sos. Bil. Enst. Doktora Tezi, Ankara.2007.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Orhan Tuğrulca yazıları