Cümbüşün Sustuğu Gün
Nezir KIZILKAYA
nezir.kizilkaya@hotmail.com
Bir varmış, bir yokmuş.
Cümbüşler yetim kaldı, Büyük Usta “Cümbüşçü Fiko”, sesiyle vardı, sessizce ayrıldı aramızdan.
Sesini bülbüllerin dinlemeye geldiği ustaların şehridir Malatya. Her türküsü başka bir öykü anlatan, içinde insan olan, onları yaşatan türküleri yakan ustaların şehridir Malatya. Mazide kalmış hayatları, içinde bulundukları ıssızlıktan kopartarak, getirip önümüze koyan ustaların şehridir Malatya.
Kıvrım kıvrım akıp yükseklerden ihtişamla dökülen ırmakları gibidir türküleri de Malatya’nın. Onlar, Beydağı’nın en tepesinden seslenir bize. Asi bir rüzgâr gibi çarpar yüzümüze notaları ve yangın yerine çevirir yüreğimizin orta yerini. Dolaşır Malatya’nın sokaklarını, çalar kapıları tek tek. Acıları, hüzünleri, coşkuları, sevinçleri, sevdaları toplar. Ve topladıklarını bırakır gönüllerimize sonsuza kadar.
Bizi bu sonsuzluk yolculuğuna götürenlerden birini, en verimli çağında kaybettiğimiz Fikret Gül’ü konuk edeceğiz bugün satırlarımıza. Cümbüşü dile getiren, sazıyla, sözüyle Malatya’nın türkülerini, sanatçılarını, kısaca sanatını yaşayan ve yaşatan Fikret Gül’ü anlatacak ve anlamaya çalışacağız.
Onları kaybettikten sonra yeterince yararlanamamanın da verdiği pişmanlık ve ah-vah ile dizlerimize vurarak andığımız çoğu sanatçımız gibi, neden yaşarken değerini bilemediğimizin cevabını arayacağız.
Malatya’da cümbüş denilince akla gelen ilk isim olan Fikret Gül, Sadettin ve Zeynep Gül çiftinin 3. çocuğu olarak 1959 yılında Malatya’da dünyaya geldi. Hidayet İlkokulu ve Kubilay Ortaokulu’nda eğitim gördü. 8-9 yaşlarında flüt çalarak başladığı müzik yolculuğuna bağlama ile devam etti. Askerlik hizmetini 1980 yılında İstanbul’da tamamladı. Askerlik hizmeti sonrasında cümbüş çalmaya yöneldi ve kısa zamanda ustalaştı. Müzik konusunda herhangi bir eğitim almayan Gül, çaldığı enstrümanları kendi kendine öğrendi. Artık kendisi ile özdeşleşen cümbüşün yanında bağlama ve ud da çalan usta sanatçı evli ve ikisi erkek biri kız olmak üzere üç çocuk babasıydı.
Sayısız Malatyalının en mutlu günlerinde, onların bu mutluluklarında sesi ve sazı ile katkı sağlayan, anılarında yer alan Fikret Gül’ün için cümbüş, bir müzik aletinin çok ötesinde anlamlar ifade ederdi. Dertleştiği, hüznünü, sevincini, yalnızlığını paylaştığı bir dosttu onun için.
İlk kez yıllar önce, baharı müjdeleyen ılık ve güneşli bir günde ziyaret etmiştim onu. 6 Şubat felaketinde ağır hasar alan ve yıkılan, Akpınar Meydanı’na bakan son derece şirin ofisinde buluşmuş ve koyu bir yerel müzik sohbetine dalmıştık onunla. Zamanın nasıl aktığının farkına bile varamamıştım. Sohbet aralarında eline aldığı cümbüşü ve onun telinden uçuşan notalar ansızın yakalıyor ve bir ateş çemberi yakıyordu etrafımızda. Yüzümüze alev topu gibi çarpan sözleri ile başka bir şey düşünmemize müsaade etmiyordu.
Orta yaşlı, ak saçlı adam elindeki cümbüşün tellerine okşar gibi dokunurken, Bedo’nun, Sami Kasap’ın, Fahri’nin türküleri uçuşuyordu açık pencereden Beydağı’na doğru. Onu dinlerken yumuşak bir ses tonu ile de eşlik ettiği türkülerde, sözlerin, notaların ve sesin büyük buluşmasını hissediyorduk iliklerimize kadar. Notaları bir dantel gibi işleyerek cümbüşünün telleri ile gönlümüzdeki yaraya merhem olsun diye gönderiyor, o usta ellerde notalar, cümbüşünün tellerinde bir duygu sağanağına dönüşüyordu adeta.
Mekâna, cümbüşten kulağımızın duyabileceği en güzel sesler yayılıyor, tellerinden dökülen her nota onun sesiyle bir hoş seda oluyordu kulaklarımızda. O çalarken bir zaman sonra farkında bile olmadan kulaklarınız devreden çıkıyor, kalbiniz ile duymaya başlıyordunuz.
Etrafımızda bunca sorun varken Bedo’nun, Hakkı Baba’nın, Sami Dayı’nın türküleri ümitlerimizi yeşertiyor, pozitif gücü ile gönlümüzü aydınlatıyordu. Sinemize mihman olan bu ses, unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş, artık bir hayal olmaktan başka bir şey ifade etmeyen ne kadar hatıramız var ise getirip tam karşımıza koyuyordu. Onu dinlemenin hayatımızdaki monotonluğun dışına çıkış yollarından biri olduğunun da farkına varıyordum. Adeta günün yorgunluğuna, yoğunluğuna, gaile çokluğunun getirdiği yıpranmalara karşı bir panzehir gibiydi sesi ve cümbüşü.
Fikret Gül, sanatı ile dertlerimizi neşeye çevirmiş, sesinin ve tınısının coşkun seli önüne katıp götürmüştü bizi. Yüreğimizi notaların eşsiz gücü ile parlatmış, yeryüzüne sığdıramadığı derdini hapsettiği sözü ve müziği kendisine ait şu dörtlüğü ile de kederlenmiştik.
Yıllarca aradım sordum
Ben kendi kendimi yordum
Sonunda güzeli buldum
Söyle yalan mı yalan mı?
Fikret Gül, bizimle türkülerin diliyle anlaşmış, söyleyeceklerini türküleri ile ifade etmiştir. Gönlünde bir Malatya sevdası yaşatmış, o sevdadan bizlere de pay düşmüştür onu dinleyerek. Malatya’nın türkülerini kullanarak, kalbindeki güzelliği bize de bulaştırmıştır.
Onun cümbüşün tellerine her dokunuşu bu topraklarda var olan kültür için bir uyarı sesiydi aslında. Kültürel körlüğümüze son vermek isteyen, kendimizi görmemizi sağlayan seslerdi onlar.
O ve onun gibi bu şehrin sembolü haline gelmiş seslerin sahipleri, bize kendimizi unutturmaya çalışan popüler kültürün, bizi ne hallere düşürdüğünü gösteren ve aslında hiç kimseyi mutlu etmediğinin farkına varmamızı sağlayan, bu kentin kültür abideleridir.
Her biri Malatya kültürüne ve müziğine farklı bir ses, farklı bir tat verir. Kimisi sesi, kimisi cümbüşü, kimisi bağlaması ile. Kimisi de yazdığı sözler, yaptığı besteler ile bir hoş seda olur kulaklarımıza, anılarımızda kalır ve unutulmaz olur, “Cümbüşcü Fiko”yu unutmayacağımız gibi.
Kentleri binalar, yollar, meydanlar gibi beton ve metalden oluşan yapılar, yani mekânlar oluştururlar. Mekânlar maddeden başka bir şey değildir. Onlara mana katan insandır ve sanatçılar bu “mana” nın en güçlü kaynaklarından biridir. Kent kültürünün ve hafızasının korunmasında, geleceğe taşınmasında önemli işlevler yerine getirirler. Sanatçılar bu faaliyetlerini yürütürken yaşam mücadelesinin içerisinde yalnız bırakılmamalıdır.
Kentin ulusal anlamdaki tanıtım faaliyetlerinde ilk akla gelen unsurlar olan yerel sanatçılarımız, kültür ve sanata verilen destek çalışmalarında da unutulmamalıdır. Yerel kültürün yapıtaşlarından olan bu kentin sanatçıları ile mutlaka kurumsal bir bağ kurulmalıdır. Bu kentte yaşayanların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak olan bu ilişkinin kültürel birikimimize olağanüstü katkıları olacaktır. Onları sanatsal üretim sürecinde rahatlatacak tedbirlerin kentin kurumları tarafından alınması şarttır ve kurumlarımız artık bunu yapacak güce sahiptir.
Sanat eğitiminde onlardan faydalanılmalı ve daha rahat çalışabilecekleri mekânlar sağlanmalıdır. Emek ve sanatın alkış görmediği yerden göç edeceği göz ardı edilmemeli, popüler kültürün istilasına direnmek için ileri karakol görevi gören yerel sanatçılara hak ettikleri değer verilmelidir. Bu sayede her zaman Fikret Gül gibi, Bedo gibi, Hakkı Coşkun gibi, Sami Kasap ve adını sayamadığımız diğer yerel ozanlarımız gibi, türküler ile derdini söyleyen, halini anlatan, haykıranlar olacaktır. Türküler de unuttuklarımızı hatırlatacak, hüznümüzü paylaşacak ve sevinçlerimizi çoğaltmaya devam edecektir.
Bir varmış, bir yokmuş. Mekânın cennet olur inşallah Fikret Usta…*
__
*11 Mart 2017 tarihinde, malatyahaber.com’da yayınlanan “Cümbüşü Dile Getiren Eller; Fikret Gül” başlıklı yazı güncellenerek hazırlanmıştır.