İnönü Üniversitesi'nin Rektörüne Açık Mektup
Nezir KIZILKAYA
nezir.kizilkaya@hotmail.com
Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde, duyguya, hatıra, kardeşliğe ve dostluğa bakılmaz. Mustafa Kemal Atatürk
Üniversiteler, her şeyden önce hakikati aramanın mekânıdır. İlk üniversitenin kuruluşundan bugüne üniversiteler, hakikati arayan ve bunu topluma, insanlığa aktarmaya çalışan evrensel kurumlar olmuştur. Üniversiteleri diğer kurumlardan farklı kılan da, varlık sebebinin hakikat arayışı olmasıdır diyebiliriz.
Üniversiteler, asıl işlevleri eğitim ve araştırma olmakla birlikte içinde bulundukları kentlere doğrudan ve dolaylı sayısız katkı sunar. Bir üniversite bulunduğu kent için insan kaynakları, bilgi, eğitim, sanat, spor, sağlık ve sosyal hizmetler konusunda önemli bir kurumdur ve sahip olduğu güçlü altyapı ve yetişmiş insan gücü dolayısıyla da kentin üniversiteden beklentisi her zaman üst seviyededir.
Kent-üniversite ilişkisi göz önünde bulundurularak, Malatya’nın bir üniversiteye kavuşması için uzun yıllar süren çalışmalar yapılmış, bu işe gönül vermiş ve dert edinmiş insanların olağanüstü ve ısrarlı çalışmaları sonucu da 1975 yılında İnönü Üniversitesinin kuruluşu gerçekleşmiştir.
İnönü Üniversitesinin kuruluşunda olağanüstü gayreti olan çok sayıda isim olmuştur. Ama bunların içinde, hem maddi hem de manevi olarak inanılmaz fedakârlıklar yapan Rahmetli Hayrettin Abacı’yı ayrı bir yere koymak gerekir. Bir ahde vefa örneği olarak da onun adının üniversitede yaşatılması kampüse değer katacaktır. İnönü Üniversitesi tarihini (Dünden Bugüne İnönü Üniversitesi-2020) kitap olarak hazırlamış ve yayınlamış biri olarak, bu talebimin ne kadar önemli olduğunun kelimeler ile izahının da olmadığı düşüncesindeyim.
Gelecek yıl 50. yılını kutlayacak olan İnönü Üniversitesi, ne yazık ki günümüzde kuruluş felsefesinden oldukça uzaklaşmış, adı bilimsel çalışmalar, öğrenci ve mezun başarıları ile değil, neredeyse sadece çalışanların atama ve kadro yükseltmelerindeki haksızlıklar ile anılır olmuştur.
İlk eğitime başlanılan Karakavak semtindeki Hayvan Sağlık Memurları Okulu binasındaki olumsuz fiziki şartlar sonrası, 1984 yılından itibaren eğitim-öğretim hizmeti veren bugünkü kampüs, Turgut Özal Tıp Merkezi'nin (TÖTM) kurulması ile de 1990'lı yıllarda İnönü Üniversitesini Türkiye'nin en hızlı gelişen üniversitelerinden biri haline getirmişti.
Ancak 2000'li yıllardan sonra görev yapan rektörlerin, sanki ikisi bir arada olmaz gibi, kampüsü ikinci plana alıp sadece tıp merkezine yoğunlaşmaları, öğretim üyesi alımlarının nepotizm etkisi ile düşük profilli olması, görevde yükselmelerin liyakat yerine hülle yöntemi ile yapılması ve yeni açılan fakültelerin yeterli altyapı olmadan aceleci bir tavırla eğitim öğretime başlatılması bugünkü hazin sonu hazırlamıştır.
Bu şehirde siyasetin en son girmesi gereken kurum olan İnönü Üniversitesi, son üç rektör döneminde de boğazına kadar siyasetin içinde olmuştur.
Bu yazıda akademik kadrolar ile ilgili bilgilerin yanında üniversitelerdeki sistemin çalışması açısından büyük önem taşıyan idari kadro atama ve yükselmeleri ile ilgili geçmişteki uygulamalara da bakıp, yapılanlardan ders alarak doğruyu yani hakikati arayacağız.
Bu anlamda özelikle son üç rektörün genel sekreter seçimleri sonucunda idari çalışanlar için görevde yükselme sınavları yerine hülle atamalar ile yapılan haksızlıklar tavan yapmış, çalışanların motivasyonunu olumsuz etkilemiştir.
Rektör Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu dönemi genel sekreteri tamamen siyasetin etkisi altında, fikrini beğenmediği hiçbir çalışan ile iletişimi ve hoşgörüsü olmayan, önyargılı, üniversite dışı referanslar ile yönetmeye çalışan bir kişiliğe sahipti. Hep “küçük olsun bizim olsun” anlayışı ile hareket ederek üniversitedeki liyakatsiz atamaları başlatan isim olmuştu.
Prof. Dr. Cemil Çelik döneminde maliye memuru olarak göreve başlayıp sekiz yılın sonunda doçentlik unvanı alan genel sekreter dönemi, dönemin rektör yardımcısının da desteği ile adeta sürgünler devri haline gelmiştir. Hiçbir soruşturma yapılmadan ve unvan/konum gözetilmeden tamamıyla keyfi yapılan aleni bir idari kıyım bu devre damga vurmuştur. Genel sekreterlik gibi üniversitenin neredeyse gece gündüz en yoğun çalışma gerektiren bir görevini yürütürken, doçentliğe giden yolun ışık hızıyla geçilmesi de takdire şayandır!
Yine bu zat-ı muhteremlerin hiçbir ön çalışma, fizibilite yapılmadan aldıkları popülist kararlarla Kale ilçesine yaptıkları otel, üniversitenin, daha doğrusu öğrencilerin milyonlarca lirasının çöpe gitmesine neden olmuş ve artık bir beceriksizlik anıtı olarak atıl durumda çürümeye terkedilmiştir. Ağızlarını üniversitelerinde olmayan bilimle açıp kapayanlar, tüyü bitmemiş yetim hakkı olan devasa bütçenin bu denli akıldan, mantıktan ve bilimden uzak tüketilmesine çanak tutmuşlardır.
Sayın Prof.Dr. Ahmet Kızılay döneminde ise bütün atamalarda kul hakkı görmezden gelinerek hülle yolu seçilmiş, fakülte/enstitü sekreterleri ve şube müdürlüğü kadroları liyakat gözetilmeksizin tamamen referans ile verilmiştir.
Bölgenin en iyi donanımlı arama-kurtarma ekibi İNOSAR’ın hele de Elazığ- Sivrice merkezli deprem sonrasında, bölgede büyük bir deprem beklendiği uyarılarına aldırış etmeden, mantıklı tek sebep olmaksızın, durup dururken, kapatılması, 6 Şubat sonrası vicdanlarda derin yaralar açsa da, elle tutulur bir açıklama dahi yapılamamıştır.
İdari kadro yükseltmelerinde bütünüyle hülle yolu kullanılırken, akademik atamalarda da nepotizm, referans ve siyasi düşünce hâkim olmuş, doktorasını tamamlamış ve her türlü şartı sağlayarak yıllardır kadro bekleyen öğretim elamanları görmezden gelindiği gibi, yayın şartlarını sağlayamayan, yabancı dil puanı yeterli olmayan öğretim üyeleri göreve başlatılmış ya da başlatılmaya çalışılmıştır.
Öğretim elemanı ve idari kadrolara atamalar, (özellikle de son 10-15 yıl için) büyük çoğunlukla nepotizm iddialarının dile getirildiği bir ortam haline gelmiştir. Öğretim elemanları kadroları bir istihdam yeri olarak görülmeye başlanmış, bilimsel yeterlilik göz ardı edilmiştir.
Özellikle atama ve görevlendirmeler ile ilgili sayısız dava açılmış ve kaybedilmiş, mahkeme ve savunma masrafları üniversiteye ödetilmiştir. Dikkatsiz ve adaletsiz yapılan bu işlemlerden doğan mahkeme masraflarının ilgili yöneticiye rücu edilmesi haksızlığı da azaltacaktır.
50. yılını kutlamaya hazırlanan İnönü Üniversitesi, ortalama bilimsel yayın performansı açısından 2004-2014 yıllarında Türkiye Üniversiteleri arasında 6.74 etki değeri ile 29. sırada iken (tubitak.gov.tr) 2024 yılında 2.93 etki değeri ile 67. sıraya gerilemiştir (ulakbim.gov.tr). Henüz 20. yılını bile doldurmamış Tunceli, Kilis, Siirt ve Bayburt Üniversitelerinin bu sıralamada İnönü Üniversitesinin üzerinde olduğunu da belirteyim. İnönü Üniversitesi, bu değerler ile bırakın dünya ve ulusal ölçeği, bölgesel ölçekte bile rekabetten çok uzaktadır.
Burada daha fazla rakamlar ile boğmak istemiyorum ama üniversiteler sıralamasında neredeyse tüm kriterlerde (yayın sayısı, atıf, etki oranı vb.) düşüşe geçmiş, 20-30 yıl önce dikilen ağaçlardan dolayı yeşil kampüs sıralamasındaki yükseliş, İnönü Üniversitesinin tek gurur kaynağı olmuştur. Asli görevi araştırma ve eğitim-öğretim olan bir kurumun yerleşkedeki ağaç ve çimler ile övünmesi de sözün bittiği yerdir.
Sayın Prof. Dr Nusret Akpolat’dan beklentimiz, nitelikli bilim insanı sayısını arttırarak orta ve uzun vadede bilimsel kriterler ile gelinen yüksek sıralamalar ile onurlanmaktır.
Gerçekçi olmak gerekirse mevcut durumu ile bilimsel çalışmalar göz önüne alındığında, dünya hatta Türkiye’deki üniversiteler sıralamasında alt sıralardan kısa vadede kurtulması pek mümkün görünmeyen üniversitede, hiç olmazsa öğrencilere nitelikli bir eğitim-öğretim verilmesi için çaba sarf edilmelidir.
Son yıllarda duraklama devrinden gerileme devrine giren üniversite, 6 Şubat felaketi sonrasındaki kriz yönetimindeki başarısızlığı ile dip yapmış, deprem sonrası ağır hasarlı binalarının yerine henüz bir kulübe dahi koyulamamıştır. Burada ödenek mazeretinin ardına sığınmak gibi ucuz ve sığ bir yola da girilmemelidir. Üniversite camisi hangi usuller ile yapıldı ise en azından mediko binası da hayırseverlerin katkıları ile acil olarak yapılıp öğrencilerin hizmetine sunulmalıydı. Öğrencilerin yemekhane, dinlenme, kültür, sanat ve spor gibi sosyal ihtiyaçlarının karşılanmadığı bir kurum asla bir üniversite değildir.
Yeni rektörümüzden beklentimiz, İnönü üniversitesinde bulunan en alt kadrodan rektörlük makamına kadar, her çalışana orada bulunma sebebinin "öğrenci" olduğunu unutturmamak ve üniversiteyi "öğrenci" odaklı hale getirmek olmalıdır. Nitelikli eğitim-öğretim, kültürel faaliyetler, sanat ve spor da bunun yoludur.
2016 yılında Bölgesel Amatör Ligde (BAL) mücadele etme hakkı kazanan İnönü Üniversitesi futbol takımının bu hakkının üniversitenin imkânlarının yetersizliği bahanesi ile devredilmesi (hâlihazırda birçok üniversitenin bu ligde takımları mücadele etmektedir) son dönemdeki sportif başarısızlığın da habercisi olmuştur.
Kadim dostum spor gazetecisi ve yorumcusu Abdullah Ergün’ün “Rektörden Satılık Futbol Takımı” başlığı ile duyurduğu haber sadece başlangıç olmuş, 18-25 yaş aralığında yaklaşık 40 bin genç öğrenciye sahip olan bir üniversite son 6-7 yılda futbol, voleybol ve hentbol başta olmak üzere birçok spor branşında takım dahi oluşturamamış, dolayısıyla üniversitelerarası turnuvalarda İnönü Üniversitesi temsil edilememiştir. Bu zorunluluktan ziyade tamamen bir tercihe bağlı bir sonuçtur.
1980’li yıllarda dahi, dönemin kıt imkânları ile hiçbir branşta turnuva kaçırmayan İnönü Üniversitesini bu duruma düşüren ve yine hülle ile atanan spor yöneticileri de bu emsali olmayan başarısızlıklar ile tarihe geçmiştir.
Bir zamanlar Türkiye Basketbol 2. Liginde takımı bulunan İnönü Üniversitesindeki bu sportif başarısızlığa derhal son verilmeli, başarısızlığın nedenleri araştırılmalı ve sorumlulardan mutlaka hesap sorulmalıdır. İnönü Üniversitesinin atıl kalmış liyakatli kadroları ile bunu başarabilecek altyapı ve gücü vardır. Önemli olan bu kararlığı göstermektir.
“Liyakatlı olmasa da bizden olsun” anlayışı ile başarılı kişilerin önü kesilmiş, üniversite sadece 08-17 arası mesai doldurma kurumu haline gelmiştir.
Çok acil olarak İnönü Üniversitesi nepotizm anlayışından kurtarılmalı ve çalışmaları ile kendini kanıtlamış akademisyenler için tercih edilebilir bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Öğretim elemanlarının, öğrenci ve üniversiteden kopuk hareket etmelerinin önüne geçilmeli ve çalışmaları mutlaka denetlenmelidir.
Üniversitenin içine düştüğü girdaptan kurtuluşu, tamamen işinin ehli kadroların kararlığına bağlıdır.
Bu iç karartıcı tablo, göreve henüz başlayan yeni rektör Prof. Dr. Nusret Akpolat için bir fırsat olarak da değerlendirilmelidir. Özellikle nelerin yapılmayacağı ile ilgili önemli veriler içeren son yıllardaki hata ve yanlışlar listesi yeni yönetimin işini oldukça kolay hale getirmektedir. Burada yapılması gereken şey, hataları görmek, kabul etmek ve ders çıkartmaktır. Liyakatsizlik ve torpilin kılcal damarlarına kadar çürüttüğü bu kurumu düştüğü bu kötü durumdan çıkartmanın tek yolu da budur.
Sayın Rektör Prof. Dr. Nusret Akpolat, objektif bir bakış açısıyla, özellikle de akademik ve idari çalışanlar için ölçülebilir ve nesnel kriterler aracılığı ile adaleti sağlayabilir. Bu tamamen tavizsiz bir irade gösterilmesi ile ilgilidir. Adaletli bir 4 yılın sonunda sorunların çoğu çözülecek ve Sayın Prof. Dr. Nusret Akpolat, üniversitenin ve şehrin hatıralarında iyilik ile yâd edilecektir.
Eğer bu iç karartıcı tabloda herhangi bir sorumluluk hissedilmez ve ders çıkartılmazsa zaten şehirle iletişimi dip yapmış üniversiteyi, şehirden ve hakikatten tamamen uzaklaştıracaktır.
Sonucun ne olacağı sadece ve sadece yeni Rektör Prof. Dr. Nusret Akpolat’ın tercih ve seçimlerine bağlıdır.