Kent, Kültür ve Malatyalı Olmak
Nezir KIZILKAYA
nezir.kizilkaya@hotmail.com
“Bir şehrin yerlisi olmak, gidecek yeri olmaktır”
Dostoyevski
Şehri insan kurar, ona kendini katar, şehir de insanı kurgular. Geçmişten bugüne uzanan zaman içindeki yaşanmışlıklarla bir kimlik kazanan şehir, insanı kendine ait olduğuna ikna ederek onunla arasında bir sevgi bağı oluşturur. İşte "Malatyalı" olmak da böyle bir şeydir. İnsan şehre, şehir de insana aittir ve aralarında bağ güçlüdür. Bu aidiyet duygumuz sebepsiz değildir. Şehrin mekânlarından insanlara, insanlardan da mekânlara bir şeyler geçmiş, bu karşılıklı etkileşim duygusal bağımızı güçlendirmiştir.
Memleket sevgisinin çok somut nedenleri vardır: Bir defa, gözlerimizi dünyaya memleketimizde açarız. Anadilimizi orda konuşmaya başlarız. Kültürümüz, yeme içme zevkimiz, müzik zevkimiz orda biçimlenir. Sevdiklerimizi içinde barındırır. İşte bu yüzden Malatya bizler için sadece bir çevresel mekân değildir ve bu yüzden onunla duygusal bir bağımız vardır.
Çocukluğumuzun, gençliğimizin kısacası anılarımızın ev sahibidir o. Malatya, bütün yaşadıklarımızın hem tanığı hem öznesi konumundadır. Bu şehre ait mekânlar orada yaşanılmış ve yaşatılan anılar ile değerlidirler. “İnsanın duygu ve düşünceleri ait olduğu kentten beslenir” diyen Dostoyevski ne kadar da haklıdır.
Her köşesi geçmişimizi ve geleceğimizi süsleyen, her sokağı, caddesi bir anımızı saklayan, Dermenin yeşile boyadığı bu büyülü şehir Malatya, can yoldaşımızdır bizim için.
Bu kentteki yapıların, ağaçların, cadde ve sokakların kısaca her şeyin bizler için bir anlamı ve karşılığı vardır. Kenti bize, bizi kente bağlayan ve karşılıklı sevgiyi tesis eden de işte bu unsurlardır. Ancak sürekliliğini koruyamayan her kentte olduğu gibi, son yıllarda Malatya’da da kültürel bir gelişme ve değerlenmeden söz etmek oldukça zor, şehrin son dönemde bu açıdan karnesi kırıklar ile dolu.
Malatya’daki pek çok tarihi ve kültürel değer, geçmişi geleceğe aktarma düşüncesi hiçbir şekilde göz önünde bulundurulmadan yok edilmiştir. Üstelik bunlar sadece maddi varlıklar da değildir. 100 yıllık sokak isimlerinden, 100 yıllık hanlara kadar her şey acımasızca yıkıma uğramıştır.
Bu yıkımın sonucu olarak da, Malatya, içinde yaşayan insanların ruhuyla örtüşmeyen bir yapıya bürünmüş, olumsuz etkilenen mekân-insan ilişkisi ile aidiyet hissi kaybolmaya başlamıştır. Dedelerimizden çocuklarımıza bırakmak için emanet aldığımız çok sayıda kent sembolünün yıkımını, çift kale maç seyreder gibi izlemiş, Paşa Köşkünden, Şirket Handan başlayan yıkım, kayıtsız kalan ve sorumluluk üstlenmeyen kentin gözleri önünde İnönü Stadı ile zirveye ulaşmıştır. Kernek ve Kanalboyu ise şehrin kalbine saplanan hançer olmuştur. Bu mekânların başına gelenler, geçmiş ile olan bağımızı asla kopartmamamız gerektiğini bizlere her gün hatırlatmaktadır. Anılarımız yüzümüzü gülümsetse de, içimizde buruk bir tat bırakmaktadır.
Kenti yönetenleri var gücümüzle eleştiriyoruz. Şehrimizi değiştirdikleri için. Geçmişe dair ne varsa yok ettikleri için. Oysa değişen sadece şehrimiz mi? Bizim zihnimiz, duygularımız, hatta kentliliğimiz değişmedi mi? Eskiye dair neyi yaşatma çabası var içimizde?
Şehrimiz mimari ve kültürel açıdan değişirken, biz kendimizi koruyabildik mi? Kentimizin hangi özelliğini taşıyoruz, hangi özelliğini, hasletini temsil ediyoruz? Kentimize ne katıp, onu zenginleştirebiliyoruz? Yoksa bunları hep başkalarından mı bekliyoruz? Bu soruları içtenlikle cevaplayıp, kenti koruma sorumluluğunun birey olarak üzerimize yüklediği görevlerden kaçmadan, “bana ne” demeden, bu yıkım ve yozlaşmaya karşı saf tutmalıyız.
Aynı durakta otobüs bekleyen, aynı parkta belki de aynı bankta oturan, aynı apartmanda, sitede yaşayan insanlar arasında mekân ortaklığı dışında artık hiçbir bağ ve iletişim yoktur. Günümüz şehir insanları, bunca kalabalığa rağmen yapayalnızdır. Bireyler yaşamın kargaşası içinde giderek birbirinden uzaklaşan bir görüntüdedir. Buna dur diyecek ve bizi iyi hissettirecek yegâne unsur da kültür birlikteliğidir.
Eğer bu mücadeleyi toplum olarak yapmazsak, trafiğin, kaldırımların, alışveriş merkezlerinin kalabalığında "yalnız" yaşayan, dinleyip anlamayan, dokunup hissetmeyen, düşünmeden konuşan, görmeden bakan ve tat almadan yiyen bir makineye dönüşmemizi hiçbir güç engelleyemeyecektir.
Bu satırlara itiraz ederek “Bırakın artık şu eski merakını, yeniliklere ve modernliğe açık olun” gibi sığ laflar edenler mutlaka olacaktır. Oysa yeni ve modern olmak için eskinin, tarihin yıkılması ya da yok edilmesi şart değildir. Avrupa’nın kadim kentlerinin neredeyse tamamı bunun yaşayan birer örneğidir. Üstelik bu itirazı yapanlar, yurtdışına çıkma fırsatı bulunca Paris’in, Londra’nın, Roma’nın, Berlin’in tarihi yapıları önünde çektirdikleri fotoğraflar ile sosyal medyada boy göstermekte, bu kentlerin çok iyi korunduğunun da altını çizmektedirler.
Şehirli olmak, o kentin emanetlerine sahip çıkmaktır. O kentin geçmişine, değerlerine, inançlarına ve ruhuna karşı hassas olmak ve onları yaşatmak için çaba göstermektir. Şehri inşa ederken hafızası imha edilmemelidir. Kenti idare edenler için bunun önemi ve vebali büyüktür. Görevi sonunda toplumla helalleşmenin ilk ve temel şartı imha değil, inşa etmiş olmaktır.
Kentsel planlama süreci sadece teknik bir konu da değildir ve bu sürecin içinde kültür insanlarının da rol alması bir zorunluluktur. Bu bir çeşit multidisipliner bir yaklaşım gibi değerlendirilebilir.
Bir kentin kültür insanlarının o kente dair ürettiği bilgi, kentin gelişim sürecine doğrudan etki edecek niteliktedir. Ancak bunun gerçekleşebilmesi için kentle ilgili karar verme yetkisini elinde bulunduranların, iyi niyetle bu bilgilerden faydalanma ve kullanma arzusunun olması şarttır. Bir yandan kültürel değerleri korumak, diğer yandan gelişmelere ayak uydurabilmek için, bu düşüncenin hayata geçirilmesi artık bir zorunluluk halini almıştır.
Mahallede herkesin birbirini tanıdığı, dertleriyle hemhal olduğu, hastalıkta, sağlıkta, düğünde, cenazede yani mutlulukta ve kederde birlikte hareket edip destek olduğu Malatya, artık çok uzakta. Sokak aralarında top oynayan, ip atlayan özgür çocuklar yok, geçmişten geriye hiçbir şey kalmamış gibi. Çocukların olmadığı, hanımların yollarını gözlediği, neredeyse tek bir sokak satıcısın bile geçmediği, artık hiç bir işe yaramayan sokaklardır onlar bizim için.
Tabi ki bu arada sevindirici olan nadir şeyler de oluyor. Mesela kültürel odaklı müzelerimizin sayısı gün geçtikçe artıyor. Artık kent kültürünün yeni anlatım şekli olan müzeler, kültürel miras unsurlarının, eğitici bir işlev kazandığı mekânlardır. Yıkımlar ile ruhu hasar görmüş bu kente adeta nefes aldıracak müdahalelerdir. Ancak bu mekânlar uzmanlık isteyen, oldukça özenli çalışmaları gerektirmektedir. Bu müzelerde kentin ruhu ve kültürü, özgün ve doğru bir biçimde yansıtılamaz ise müzeden çok bir antikacı dükkânı olacaktır çünkü.
Ey Malatya! Dermenin yeşile boyadığı büyülü şehir. Geçmişimizi ve geleceğimizi süsleyen sokaklar, caddeler. Her köşesine bir anımızı sakladığımız can yoldaşımız;
Seninle savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak kaybedeceğiz.
MALATYA ARŞİVİNDEN FOTOĞRAFLAR (Nezir KIZILKAYA)
Malatya'nın yakın tarihin en önemli yapılarından biri iken yıktırılarak yok edilen eski belediye binası (üstte) ve belediye binasının yıkımı
Malatya Kanalboyu'ndan geçmişteki bir görüntü
Malatya Sivas Caddesi'nin geçmişteki görüntüsü
Malatya Kernek Parkı
Bugün yerinde büyük bir tekstil firmasının çok katlı binasının bulunduğu Akpınar girişindeki Şirket Han
Paşaköşkü Semti'ne adını veren Şakir Paşa Köşkü'nün yıkılmadan önceki son hali
Satılarak özelleştirip yıkılan ve yerine AVM (Doğa Cadde AVM) yapılan Tekel Sigara Fabrikası'nın, yanında da ‘Çocuk Yuvası’nın bulunduğu pek bilinmeyen bir fotoğrafı
Satılarak özelleştirilen, yıktırılarak yerine AVM (MalatyaPark AVM) inşa edilen Sümerbank Fabrikası nizamiyesi ve Malatya'da Türkiye şampiyonu yüzücülerin çıkmasında önemli rolü olan olimpik ölçülerdeki fabrika yüzme havuzu
Malatya'nın önemli kurumlarından Sultansuyu Harası'nın, geçtiğimiz yıllarda tüm tepkilere rağmen yıktırılarak yok edilen idare binası