Unutulan Tarih; Ozan Anıtı
Nezir KIZILKAYA
nezir.kizilkaya@hotmail.com
Geçtiğimiz günlerde Expo 2028 tanıtımı için düzenlenen tanıtım organizasyonunda gösterimi yapılan Malatya tanıtım filminde kentin tarihi ve turistik değerleri tek tek geçit töreni yaptı. Expo 2028, bu anlamda kentin sahip olduğu kültürün ve tarihi yapıların da uluslararası anlamda tanıtılması için bulunmaz bir fırsat.
Ancak bu kentin en iddialı tarihi miraslarından biri olan Ozan Anıtı her zaman olduğu gibi yine unutulmuş, bu gösterimde de yer almamış, bir kez daha görmezden gelinmişti.
Tohma Suyu kıyısındaki kayısı bahçelerinin arasında, yıkılıp yok olacağı günü bekleyen bu mahzun yapı, hak ettiği değer ve ilgiyi hiçbir zaman görememenin hayal kırıklığını o gece bir kez daha yaşıyordu. Gözden uzak olan, gönülden de uzak oluyordu.
Ünlü İngiliz gezgin Getrude Bell’in 4 bin km’den fazla yol kat ederek geldiği Malatya’da, 1909 yılının Haziran ayında ziyaret ettiği ve fotoğrafladığı yapı (üstteki siyah/beyaz fotoğraf), bütün ihtişamına rağmen şimdiye kadar yanı başında yaşayan herhangi bir yetkili kurum ya da kişinin dikkatini çekmeyi yine başaramıyordu.
Belki de bu satırları okuyan çok sayıda kent sakinin de varlığından haberdar olmadığı, Ozan Anıtı olarak adlandıran bu yapı, Malatya’ya bağlı Darende İlçesi’nin 22 km güneydoğusunda bulunan Ozan Köyü sınırları içerisinde, köy merkezinin 500 metre kadar kuzeyinde kayısı bahçeleri içerisinde bulunmaktadır. Malatya’dan ulaşımı Levent Vadisi içinden yapılmaktadır ve idari olarak Darende’ye bağlı olsa da Levent Köyüne oldukça yakındır.
Anıt, Helenistik dönemden itibaren Anadolu’da yaygınlaşmaya başlayan Yunan tapınağı formundaki mozole geleneğinin bir devamıdır. Roma dönemi anıtsal mezar yapılarının günümüze en iyi durumda ulaşmış, seçkin örneklerinden de biridir. Bu özelliklerine rağmen gerekli önem verilmemiş, gözden kaçırılmış, tarihi ve mimari özellikleri üzerine herhangi bir çalışma yapılmamıştır.
Kare bir forma sahip ve 6.65 x 6.65 metre ebatlarında olan yapının yüksekliği ise 6.69 metredir. Ozan Anıtı bölgede bol bulunan kireç taşından kesme bloklarla inşa edilmiştir.
Bir inşa yazıtına ya da kitabeye sahip olmadığı gibi, yapı hakkında bilgi içeren herhangi bir kaynağa da rastlanmamıştır. Tunus’un Dougga kentinde ve Osrhoene’de bulunan iki benzer yapıdan elde edilen bilgiler ve eldeki bulgulara göre Ozan Anıtının, MÖ 50 yıllarından sonra inşa edilmiş bir Roma İmparatorluk dönemi yapısı olduğu düşünülmektedir.
Anıtın içerisinde yoğun bir tahribat söz konusudur. Bundan dolayı işlevi hususunda kesin bir veri olmamakla birlikte yapının planı, mimari tasarımı ve benzer örnekleri göz önünde tutulduğunda, bir Anıt Mezar yapısı olduğu görüşü ağır basmaktadır. Ancak, anıt çevresinde yapılacak arkeolojik çalışmalar, yapının işlevi hususunda daha net bilgilere ulaşmayı sağlayacaktır.
Başta da bahsedildiği gibi Ozan anıtı, konu ile ilgili kurumlar tarafından sahiplenilip koruyucu önlemler alınmadığından, fiziki dezenformasyon gün geçtikçe kendisini daha fazla göstermektedir.
Cephe ve köşe taşlarındaki kopmalar ile kaide ve temeldeki eksik taşlar Ozan Anıtının geleceği için en büyük tehlikedir. Yapının çevresinde zemin kotu düşmüş, anıtın temelleri açığa çıkmıştır. Bu durum da duvarların taşıyıcılık özelliğini azaltmıştır. Yapının üst örtüsündeki eksiklikler de yapıyı olumsuz etkilemektedir. Üst örtüdeki bitki oluşumu sonucu tavan kaplaması büyük ölçüde yok olmuş ve anıtın üst örtüsü düz çatı hâlini almıştır.
Yapı, günümüz itibariyle hâlihazırda tek parça olarak ayakta dursa da yapının büyük kısmında yüzey aşınmaları ve yer yer yapısal hasarlar ve kayıplar görülmektedir. Günümüze kadar tek parça olarak ulaşmasının yegâne sebebi de anıtın korunması değil, Romalı ustalarının maharetidir.
Anadolu’nun zengin kültürel mirasının bu denli önemli bir örneği olan Ozan Mezar Anıtı, Roma dönemi anıtsal mezarlarının günümüze en iyi durumda ulaşmış seçkin örneklerinden biridir. Normal şartlarda “fanus” içerisinde korunmaya alınması gereken bu önem ve değerdeki yapı, sürekli gözden kaçırılmış, bugüne kadar herhangi bir arkeolojik çalışma yapılmadığı gibi onarımı ya da restorasyonu da gündeme gelmemiştir.
Kaderine terk edilmiş olan bu eşsiz güzellikteki yapıyı yeniden görmek ve fotoğraflamak için yılda en az bir kere kendi imkânlarımla mutlaka gidiyorum. Her seferinde kendime “Acaba bu kentte, bu anıtın sorumluluğu verilenler yılda bir kere de olsa buraya uğrarlar mı?” diye de soruyorum. Ama anıt ve çevresinin içler acısı hali bu sorumu olumsuz yanıtlıyor.
7.000 yıllık medeniyeti barındıran bir coğrafyada yaşamamıza rağmen koruma ve sahiplenme kültürümüzde büyük eksikliklerimiz var. Koruma çok sayıda paydaşın ortak hareket etmesini gerektiren bir süreç. Öncelikle toplumun yani bölge sakinlerinin, yönetim birimlerinin ve saha uzmanlarının yoğun işbirliğini gerektiriyor. Koruma kültürünün toplumda yaygınlaştırılamamış olması ile yetkili ve sorumlu birimlerin resen sorumluluk üstlenmemesi de bu işbirliğinin önündeki en büyük engel gibi görünüyor.
Anıta ulaşmak için Ozan Köyü yolundan ayrıldıktan sonra özel bir araziden geçmek zorunda kalmak bile başlı başına bir sorun. Kısa vadeli bir çözüm olarak bu problemin giderilmesi ve anıt çevresindeki çalı ve yabani ağaçların temizlenmesi düşünülebilir. Ancak anıtın temel ve duvar yapısının gördüğü zararın “Acil” kodu ile giderilmesi şart.
Roma mimarisinin bu denli seçkin bir örneğinin, özenli bir restorasyon sürecinin ardından bölgenin kültür turizmine önemli bir katkı sağlayacağı bu kadar aşikar iken, kimsenin buraya dokunmaması da anlaşılır ve açıklanabilir bir durum değil. Bu konuda öne sürülebilecek olan ucuz mazeretleri de (ödenek vs.) kabul etmeyeceğimi peşin olarak belirtmek istiyorum. Koruma Kurulundan hızlıca alınacak bir izinle hiç olmazsa etraftaki çalı çırpı temizlenip, anıt zeminindeki toprak kaybı giderilebilir.
Şehrin tanıtımı için 2 bin yıllık bu eserin bizlere altın tabak ile sunduğu bu fırsat kaçırmamalıdır. Kentin sanayi ve tarım gelirlerinden aldığı pay kadar turizmden de alınabilecek bir pay var ve bu tamamen bizim elimizdedir. Ozan Anıtı, risk altındaki miras olarak kabullenilmeli ve harekete geçilmelidir. Batılılar tarafından yurtdışına kaçırılan tarihi eserlerin iadesi için yapılan zorlu mücadeleyi düşününce, elimizdekileri korumanın çok daha kolay ve düşük maliyetli olacağı açıktır.
O yönde bir beklentimiz olabilir ama belli ki İtalyanlar bu işi üstlenmeyecektir. Arslantepe’de işleri yeteri kadar önemli ve yoğun. Bu kez kendi imkânlarımızla, Romalı ustalara güvenmek yerine, bir an önce işe koyulmalı ve Malatya’nın uluslar arası kültür envanterinde Arslantepe’nin yanına bu eşsiz eser de eklenmelidir.
FOTOĞRAFLAR: Nezir KIZILKAYA