Baharın Türküsü: Navrız
Bülent KORKMAZ
deybayah@gmail.com
Baharın müjdecisi Nevruz, bizim Çırmıhtı lisanıyla ‘Navrız’, çiçeği bu yıl erkenden şereflendirdi bizleri…
Bizlerin ve büyüklerimizin hatırladığı ve bildiği kadarıyla bu kadar erken tarihte bulunmuş (Ocak sonu) navrız yok.
Malatya’nın “normal” karasal iklim koşullarında navrız Şubat ayının üçüncü haftası gibi, ısınan ve yumuşayan topraktan boyunu uzatırdı. Güzeller güzeli navrızımız önce güneşin daha yoğun geldiği, kışın sert soğuğunun pek etkilemediği güneye bakan yamaçlarda çıkar, bu “öncüler” solup geçtikten sonra baharın daha geç geldiği dağlık kesimlerde yeni navrızlar ışılardı. Mart ayının sonuna kadar navrız tükenmiş olurdu ama ben 1980 yılının Nisan ayının ikinci haftası bile bu güzeli bulduğumu bilirim.
Bu yıl, Milattan Sonra 2014, Balkanlar üzerinden gelmeyen, gelse de nefesi bize kadar yetişmeyen, soğuk ve yağışlı hava kitlesinin eksikliği, yani ılık ve yağışsız geçen bir kış mevsimi, navrızın bu kadar erken çıkmasına yol açtı.
***
Bu satırları okuyanlar, özellikle genç kuşak, “ya bu sanal âlem yazarı ne anlatıyor, hangi dilden konuşuyor, Ostrogotça mı, Vizigotça mı?” diye meraklanabilir.
O nedenle klavyemin döndüğünce açıklama yapmaya çalışayım:
Kışın ardından gelen bolluk-bereketin habercisi baharın gelişi bin yıllardan beri farklı kültürlerce farklı şekillerde kutlanmaktadır. Biz ve yakın coğrafyada baharın müjdecisi olan Sultan Nevruz için Mart ayında kutlamalar yapılır, halaylar çekilir, ateş yakılıp üstünden atlanır.
Ancak bizim hikâyemiz bundan farklı.
Bizde öyle ortalığı dumana vermek, patırtı-gürültü yok! Bizdeki doğrudan, dingin, engin, katışıksız ve beklentisiz bir doğa sevdası ve sevgisinin saf ve çocuksu haliyle devamı…
***
Biz çocukken (yaşça çocukken) sert, bol karlı, bayır aşağı kızak kaymalı, kartopu oynamalı, dam loğlamalı, sobalı, kestaneli “hakiki” kış bitip havalar ısınmaya başladı mı evden bir parça peynir-zeytin ve bir de fırından “açığ” ekmek alıp dağlara doğru yola koyulurduk.
Navrızı ilk gören olma ve bulabildiğince çok navrız bulma heyecanıyla o tepe senin, bu tepe benim dolanır dururduk. Saydam bir renge sahip olan ve güneş vurduğunda kendisini çok iyi gizleyebilen navrızı, doğru açıda durmuyorsanız, ayağınızın dibinde bile olsa göremezdiniz.
Navrızı görebilmek için gözlerimizle çevreyi tararken, çeneklerinin rengini kast ederek, “ak kız, kara kız / ışıla yavrum ışıla” diye söylediğimiz bir tekerleme de vardı.
Ben hatırlamıyorum ama benden önceki kuşağın söylediğine göre, çocuklar ellerinde navrızla çarşıya geldiğinde büyüklerden harçlık alırmış. Yaşlılar, navrızı eline alıp, sevinçle yüzüne sürer “Allah’ım, sana şükürler olsun, bu baharı da gördüm” dermiş.
***
Ben ve arkadaşlarım yaşça büyümemize, hatta bir bölümümüz dede adayı dediğimiz kritik eşiğe ulaşmasına karşın, çocukluğumuzu terk edemedik. Çocukluğumuzda olduğu gibi dağlardan-bağlardan kopamıyor, her fırsatta toplanıp kırsal kesimle temasımızı sıcak tutuyoruz. Sağ olsun-var olsun-nur olsun, o da bizi hoş karşılıyor, ağırlıyor, bağrına basıyor, ciğerlerimizi oksijenle dolduruyor ve stresimizi gökyüzüne üfürdükten sonra evimize uğurluyor.
Havaların normalin üstünde sıcak seyretmesini göz önüne alarak, ilk önce, Çırmıhtı’nın en güzel bölgesi Atmalı’da, bizim “Navrız Vadisi” diye teze ad koyduğumuz yerde, navrızı aradık. Vadiye başka bir yerden geç saatte gittiğimizden fazla oyalanamadık ve navrız bulamadan döndük.
Birkaç gün sonra yöreye tekrar intikal eden kardeşlerim Olcay Özşahin ile Tuncay Havlucu prensesi bulmuşlar.
Dağlarda, hele benim odun ateşinde demlediğim çayı içmişse, on bir kaplan kapasiteye ulaşabilen Tuncay ilk görmüş navrızı…
Zaten Tuncay’ın bu alandaki istatistiği çok yüksek; ama kimseden harçlık alabiliyor mu, bilmiyoruz. Söylemedi bir şey.
2 gün sonra tekrar aynı yere bakıldı ama bu kez bulunamadı. Çünkü navrız, anlık sıcaklık değişikliklerine karşı hassas ve bol miktarda çıkmasına daha var.
***
Artık navrızı eskisi kadar çok toplamıyoruz. Sürülmemiş-ekilmemiş topraklarda çıkan, soğanlı bir bitki olan ve koparıldıktan sonra en fazla, o da su bardağının içinde, bir-iki gün yaşayabilen müjdeciyi ait olduğu yerde bırakmak hoşumuza gidiyor.
Ben navrız bulmuşsam hemen oracıkta diz çöküyor, saygıyla eğilip ak/kara kızın iki gözünden öpüyor ve onun şahsında bize bu yaşamı bahşeden Doğa Anamıza şükranlarımı sunuyorum.