SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Hababam Ülkesi

Hababam Ülkesi
A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ

korkmazbulent@gmail.com

Sevgili arkadaşım Hüseyin ÇOLAK’ın aziz hatırasına*

Büyük usta Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı” kitabını okumadan önce büyüklerimden filminin methini duymuştum. Kitabı okuduğum tarih 80li yıllara denk gelirken film 70lerden kalmaydı. Uzun yıllar gösterimde kalan filmi sinemada izleyen büyükler çok komik olduğunu söylüyor, İnek Şaban’ın, Güdük Necmi’nin hikâyelerini anlatıyorlardı. Ancak filmi izleyemeden okuduğum kitap bana pek komik gelmemişti, kitaptan pek bir şey de anlamamıştım. Demek, büyümem ve tek ayaküstünde durmayı öğrenmem gerekecekti!

Sanal yazarınız bu filmleri sinemada izleyebilir, kitap-film arasındaki çelişkiyi gözlemleyebilirdi ama oldu olası görsel hacetlere pek ilgisi olmadığından bunu yapmamıştı. Harçlıklarından biriktirip çok daha pahalı Malatyaspor maçlarına gidiyordu ama anavatanı Çırmıhtı’da, Gâvur Haci’nin sinemasına bütçe ayırmayı gönlü elvermiyordu.  

Lengerli foteri, 50-60lı yılların beyazperdesinden fırlamış jönsel giyimiyle Haci Dayı yazlık ve kışlık iki sinema işletir; parası olandan bilet parasını alır, olmayandan belli sayıda ceviz getirmesini isterdi. Aslında cevize ihtiyacı olduğundan değil; maksat müşterinin ayağı alışsın! 

Ayrıca Haci Dayı bilet fiyatını Malatya’daki sinemalara göre çok ucuz tutardı. Malatya merkezde sinema 150 lira iken Çırmıhtı’da 30 liraydı. Sinema delisi şeherli arkadaşlarım gidiş-dönüş 20 en eski Türk lirasını otobüse verip 8 kilometre mesafedeki ilçeye gelir; filmi 50 kâğıda getirip dönerdi. Bu anlamda Haci Dayı, farkında olmadan, sinema turizmi de yapmış oluyordu.  

O yıllar Haci Dayı’nın sinemasında izleyemediğimiz filmleri görebilmek için TRT’nin paşa keyfini beklememiz gerekirdi. 

Gün geldi, o dönemin tek televizyon kanalı TRT’nin Hababam Sınıfını yayınlayacağı tuttu. 

“Tuttu” diyorum; az sonra…

Aklımda yanlış kalmadıysa, rüyamda görmediysem, kafamdan uydurmuyorsam (çünkü hadise o kadar absürt ki halen öz benliğimle ihtilaf halindeyim, böyle bir şeyi gerçekten yaşadım mı diye) bir hanım spiker filmin başlamasından hemen önce ekrana çıkıp, özür diler gibi bir tavırla, önüne konulan bir metni okudu. “… Okul yıllarımızda hepimizin bu tür yaşadıkları olmuştur. Filmdeki sahnelerin yanlış değerlendirilmemesi...” cinsinden bir şeyler telaffuz ediyordu ablamız.  

Hababam Sınıfını işte ilk o zaman siyah-beyaz ekranda izledik. Doğal olarak küfür-argo içeren sahneler kesilmişti. Belli bir yaş grubu öncesinde bu ifadelerin duyulmasını ben de doğru bulmuyorum ancak bunların filme renk kattığı da bir gerçek. 

Bir yaz akşamı izlediğimiz filme “bayılmış”, gülmekten karnımıza ağrı girmişti. 

Ayrıca, çok şükür, filmin hiçbir sahnesi hiçbirimizin kökü dışarıda cereyanlara kapılmamıza vesile de olmamıştı (Parantez içinde ünlem işareti).

Ertesi gün arkadaşlar mahallede toplandığımızda gündemimiz, doğal olarak, Hababam Sınıfı idi. Düşünebiliyor musunuz, hepimiz aynı filmi izlemişiz, sahneleri ezberlemişiz ve bunları tekrar bir diğerimize anlatıyor, kahkahalar atıyorduk. 

Akabinde, pek uzun ömürlü olmayan, video furyasında bu filmleri kahvelerde “kapalı gişe” izledik. Film defalarca oynatılır ve aynı elemanlar, yani bizler, tarafından defalarca izlenirdi. Herkes ezbere bildiği esprilere tekrar gülerdi. 

Aradan yıllar geçti. Okumam-yazmamı biraz ilerlettim. Sanıyorum Cumhuriyet Gazetesinde Hababam Sınıfı’nın filme alınış “işkencesi” hakkında bir yazı okudum. İşkence diyorum çünkü yaşanan süreci Türkçede karşılayan başka sözcük yok. Meğer Sansür Hazretleri Hababam Sınıfı filme çekilmesin diye elinden geleni yapmış; başvuru sahiplerini süründürmüş. Yazarı da “sakıncalı piyadelerimizden” Rıfat Ilgaz olunca; olmaz tabii, izin verilir mi hiç?

“Sakıncasız piyadeler” eser yazsa, üretse sorun kalmayacak ama bu memlekette onlar ne sanattan anlar, ne yazı yazmadan. Yazsalar, bir de mektepler olmasa maarifi idare etmek çok kolay olacak ama insanı insan eden nesnelerden zerre anlamaz, zerre de sevmez hatta yer yer nefret bile ederler, bu dikensiz gül bahçesi zerzevatlar. Haliyle de Sansür abiye iş çıkartırlar durmadan. 

Neyse, lafı uzatmayayım: 

Ertem Eğilmez ne yapmış etmiş, uzun yıllar çekimi engellenen filmi Umur Bugay’ın senaryosuyla sansürden geçirmeyi başarmış, filme almıştır. Ancak bu defa Rıfat Ilgaz’ın tepkisini çekmiş. Ilgaz, eserinde eğitim sistemini, ezberciliği ve kopyayı eleştirdiğini, filmin bu eleştiriyi “sulandırdığını” söyleyerek senaryoya karşı çıkmış. 

Bu yazıyı okuyunca TRT’nin mahcubiyet dolu film öncesi anonsunun tercümesini anlamış bulundum. 

Bizim ülke böyledir işte! Dünyanın en kötü eğitim sistemini yaratabilirsiniz suç değildir. 11 yılda bir vatandaşınıza İngilizce öğretemezsiniz, üniversite sınavına giren yüz binlerce öğrenci matematik, fizikten “sıfır” çeker, sorumlu olması gerekenler, sözlü sınav sorusunu bilemeyip tavana bakan öğrenci gibi, havaya bakar; hiçbir sorumluluk üstlenmez.

Ama bunu roman/film yaparak eleştirirseniz affedilmez bir suçtur. Adam öldürün, af seçeneği her daim kapıdadır; ama yazı yazmayın, türkü söylemeyin, sinema-tiyatro yapmayın. Yaparsanız cehennemlerden cehennem beğenin.

Ilgaz’ın romanda anlattığı ile filmdeki içerik mevzusunu burada tartışacak değilim. Hem yerim hem bilgim dar. Ancak sıradan bir “hababamsever” olarak diyebilirim ki Eğilmez büyük başarıya ulaştığı filmleriyle bizlerin yaşamına tat katmıştır. Belki Rıfat Ilgaz’ın da gönlünü, helalliğini almıştır. Kemal Sunal’ı, Şener Şen’i, Adile Naşit’i, Münir Özkul’u, Tarık Akan’ı bu ülkenin çocuklarına hediye etmiştir. Bu büyük sanatçılarımız mutlaka başka filmlerde gösterdikleri/gösterecekleri performansla hak ettikleri seviyeye geleceklerdi. Ama Hababam serisiyle bir başka olmuştur. 

Muhtemelen Hababam bir başka yönüyle dünyada tektir. Düzenli aralıklarla televizyonlarda gösterilip halen izleyici bulan başka film veya filmler olduğunu sanmıyorum. 

Hakkını yemeyelim, başka birkaç film de bu kategoridedir. Bilhassa “büyük değil çok büyük ustalar” Kemal Sunal ile Şener Şen’in başrolde oynadığı, sadece adlarını değil içindeki cümleleri dahi ezbere bildiğimiz filmler.

Hababam’ın kesinlikle tek olduğu yönü filmin müziğidir. Sevgili merhum Melih Kibar öyle inanılmaz, öyle muhteşem bir müzik yapmıştır ki, hepimizin bildiği gibi, hızlı çalınırken sevinç, yavaş çalınırken hüzün kaplar içimizi. 

 ***

Malum 3. Malatya Film Festivalinin onur ödülü Hababam Sınıfı'nın Mahmut Hocası Münir Özkul'a verildi. Filmde rol da almış Doğanşehirli mühendis Dilaver Gür ağabeyin öncülüğü ve gayretiyle filmde rol olan oyuncuların önemli bir bölümü şehrimize gelip açılışa ve bir dizi etkinliğe katıldılar.

Keşke böyle bir etkinliği yıllar önce yapabilsek, sadece gelenleri/gelebilenleri değil merhum İnek Şaban ve Hafize Teyzeyi, Mahmut Hocayı, Badi Ekremi, Damat Ferit’i ve diğerlerini de ağırlayabilseydik. 

Açılış töreninde her yaş grubundan insan vardı. Dikkat ettim. Şahsım dâhil herkes alkışlıyordu sanatçıları. Hababam adına plaket almak üzere sahneye gelen Halit Akçatepe, uzaktan gördüğüm kadarıyla, gözyaşlarını tutamadı. O an bir kez daha anladık ki, sanatçıyı yaşatan sevenlerinin alkışlarıymış.

Ekip ardından birçok okula ziyarete gitti. Hababam serisi çekildiğinde dünyada olmayan, o dönemin kültürü ve mizahıyla yetişmeyen ama filmleri halen zevkle izleyen öğrenciler onları sevgiyle, ilgiyle karşıladı, bağrına bastı. 

Hababam’ın öyküsü bitmemiş, bu toprakların insanlarının yüreğine ektiği sevgi ve mizah tohumu yeşermişti. 

***

Turan Emeksiz 77 Mezunları Hababam ekibini ağırlayanlar arasındaymış. Bir çiğköfte çalıştayında buluşulmuş; dernek başkanı ve organizasyon âlemlerinin fenomeni Abidin Bulucu ağabey “yuğurup sıhımladığı” küfteyle misafirlerin karnını doyurmuş. Bizim arı gibi çalışkan Güler Hazar da, eminim, soğanları, marulları yıkamış, mutfağı tertemiz etmiş, servisi yapmıştır. 77’lilerden yakın dost-ağabeylerim İsmet Yalvaç ve avukat Faik Demez’in (çağasını da getirmiş üstelik) operasyonda parmağı varmış; Mehmet Balkış da sesi ve müziğiyle cilayı çekmiş.

“Miş” diyorum, çünkü ortamı sonradan elektrikli (Internet-TV vs.) ve elektriksiz medyadan (Görüş, Niyork Tayms vs.) duydum. Normalde orada olmam lazımdı. 

Niye mi? Anadilimde belirteyim:

“Teze deymene gahmıştıh. Cig küftelik bulğurumuz varıdı. Ondan getirirdik. Abidin abi küfteyi onuynan yuğururdu; Hababam daha bi lezzet, daha bi insanlıh görürdü. Çarşı bulğurundan yapılan cigküfteyi gulah asma. Tavığa yedirsen tavıh yımırtadan kesilir.”

___________________________

Çırmıhtılı Hüseyin Çolak çocukluktan beri arkadaşım, dostumdu. Maalesef 14 Kasım 2012 günü geçirdiği bir kaza sonucu 45 yaşında ayrıldı aramızdan. Hüseyin, en az Hababam Sınıfındaki karakterler kadar özgün, eskilerin deyimiyle nevi şahsına münhasır, bir insandı. O yaşamı boyunca bizleri hep güldürdü; yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmadı. Saf, tertemiz birisiydi. Emekçiydi, alnının teriyle geçindi hep, kimsenin çalısından diken bile koparmadı. Onu tanıyıp da ondan kötülük gören, kötü söz işiten tek bir kişi bile yoktur. İyiler erken ölürmüş; o da erkenden terk etti bizleri. Başımız sağ olsun!

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları