Mıhımız, Büyüğümüz, Osman Abimiz..
Bülent Korkmaz/Malatya
İlkokula gittiğimiz yıllar, beton zeminlerde, tavuk kümesinden biraz büyükçe ceviz ağacı kale direklerinden biri yaptığımız daşüstü, hop
top şişli kıran kırana maçlarda golün ardından, tarihte ilk kimin ettiği belli olmayan cümlelerden kurulu, şöyle bir sevinç narası atılırdı:
Çivi gibi gol, mıh gibi
Çivi gibi gol, mıh gibi gol
Bu çiviyi biliyorduk da; mıh neyin nesiydi? Büyüklerimiz bazen çivi der, bazen mıh derdi. Aynen, biber ve isot dedikleri olduğu gibi.
Bilemezdik. Aklımız yetti. Sözlüğe bakmayı öğrendik. Meğerse, mıh Farsça büyük çivi (TDK Türkçe Sözlük) demekmiş. Farsça, ulu, yüce, büyük anlamına gelen mih sözcüğü anlam değişmesine uğramış, yapılarda; kalın ağaçları birbirine bağlamada kullanılan büyük çivi. Halk ağzında Muh olmuş. Türkçeye mıhlamak, mıklanmak fiilleri; mıhlı, mıhsız sıfatları; cimriliği anlatan mıhsıçtı sözcüğü hep bu altı üstü üç harflik sözcükten türemiş. (İsmet Zeki Eyüboğlu-Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü)
Gerçi yazıya mevzu Malatya Büyüğümüzün lakabı, babadan kalmaymış. Babası Mıho Hasan lakaplı bir zat olduğundan, kendisine Mıhonun Osman denilmeye başlanmış, sonunda Mıho Osman baki kalmış ve oturduğu sokağın adı olarak da hem sokağın girişindeki tabelaya, hem de resmi kayıtlara geçmiş.
***
Pazar günü yapılan Malatyaspor kongresinde şahsen konuşmasına başlamasını sabırsızlıkla beklediğim tek kişi sevgili, amcamız mı desem dedemiz mi desem, Osman Çağlı idi.
Yani; yiğit namıyla anılır diyelim, hoşgörüsüne sığınalım ve hepimizin bildiği lakabını yineleyelim: Mıho Osman. Lakabın ardından ismi de O harfiyle başladığı için, lakabın sonundaki ve ismin başındaki Olardan biri otomatik olarak düşmüş ve Mıh Osman da denilmesine sıkça rastlanır olmuş. Osman adı kullanılmayan kısa hitaplarda Mıho denildiği zaman ise zaten, direkt o akla gelmekte.
O an gelip çattığında kendisini pür dikkat dinlemekle kalmadım; bilgisayarımla hepsi birbirinden merdane sözlerini, zabıt katiplerini imrendirecek hız ve doğrulukta kayda aldım; sonra da haberleştirdim.
Bunun öncelikle kişisel bir sebebi var: İnsanları güldürmeyi beceremem, ama gülmeyi ve insanları güldürenlerin eylemlerini kayda almayı, pek beceremesem de anlatmayı, unutulmasın diye bir yerlere yazmayı çok seviyorum. Size tuhaf gelebilir; bazen olağanüstü komik bulduğum insanların yanında hiç gülmem, dikkatle onları izler, filmimi çeker, onlardan ayrıldıktan sonra yarattıkları komikliğe gülerim de gülerim.
Yatakta, yolda yürürken, arabada, yemek yerken, otururken, hatta huzur ve güveni en çok hissettiğim yer olan helada
O onda gülmeyişimin sebebi, hoşuma gitmediğinden, latifeyi anlamadığımdan, ağır olayım da, molla desinler diye değil, hiçbir şeyi kaçırmamak istemeyişimdendir.
Bana göre, hiçbir şey gerçeğin kendisi kadar gülünç değildir. Büyük gülmece ustaları, becerilerini doğallıklarıyla ortaya koyarlar. Komik olmak için şaklabanlık yapmazlar; davranışları, sözleri, mimikleri insan aklının en büyük soyutlama yeteneklerinden mizahı yaratır. Mizah, gerçekten ciddi ve akıl isteyen iştir. Ciddi ve zeki insanların yaratıp, iletebilecekleri, anlayabilecekleri ciddi bir iş
Beni güldüren varlık sebebimiz yüce güçler de onları güldürsün- çok sayıda insan var. Bunların çoğundan bir vesileyle Öz Malatya Öykülerinde bahsettim. Yüzünü gördüğüm, sesini duyduğum anda gülmeye başladığım şişman ve güzel adam Kündübegli Mehmet Çoban, onun sevgili dostu Datlıgilin Nafız Abi, Çırmıhtıya henüz yeni Çırmıktılılar Kıraathanesi açan absürd ötesi insan Birol abimiz, lirik ve pastoral anlatımıyla her daim müthiş özdeyişler üreten Bülent Akel, mevzularımızı nasıl etsem de anlatsam diye kafalar yorduğum gomşum ve gardaşım Cavraş Mustafa, gülmenin ve güldürmenin hassosunu yaratmakta üstüne olmayan Kommagene Valimiz Kenan Karabulut Paşa, pek ortamlarında olamasam da Malatyaspor yönetiminden Battalgazispor eski kaptanı Mahmut Cücemen
Benim yaş ve konum olarak pek teşrik-i mesaimin olmadığı, öykülerini her fırsatta gözlerimden yaşlar gelerek sevgili sanal patronum İsmet Yalvaç (yönetim kurulu başkanımız) Begden dinlediğim merhum Erhan Kırçuval ve merhum Abidin Gebeş Abi.
Yeri gelmişken mesleki birikimi, tutarlılığı ve ilişkilerindeki ciddiyetiyle piyasa yapmış İsmet abimin gazeteciliğine denk üst düzey espri yeteneği olduğunu, güldürdüğünü ve güldürürken de düşündürdüğünü bir yere not ediniz
***
Ciddileşelim ve tekrar Mıh Osman fenomenine dönelim
Mıho abimiz kongredeki konuşmasına şöyle başlıyor:
Malatyaspor ismi nedir? İsmi has mıdır, ismi cins midir?
Buyur
Sanki birazdan İbni Haldundan bahsedilecek; oradan Hegel felsefesinin ahlak prensiplerine geçilecek; Newton fiziğindeki paradoks kavramı üstünkörü irdelenecek.
Öyle olmuyor. Osman Amca evrenselin ardından yerel takılıyor, avradından çekmiş herifin dramına işaret eden fıkra çiviliyor. Bir de sağır hakim meselesi var ki; bu zihniyetle hukukun üstünlüğünün tahakkuk ve tecelli etmeyeceğini anlıyorsunuz.
Öğütleyici ve didaktik (öğretici) olmayı da ihmal etmiyor. Malatyaspor başkanı sayın Tanrıverdiye dönüp, Bunu götüreceksin ömrü billah demesi; kitlenin birlik ve beraberlik ile saygıyı korumasının gerekliliğine işaret ediyor.
Milletvekili sayın Aslanoğluna dönüp, eliyle küçük çocuklar için yapılan aha bu gadardı; maça geçem mi Osman Amca, geç yavrum derdim anlamında konuşması Türkiyenin değerli büyüklerinin biz küçüklere bakış açısını yansıtıyor.
Bakan başbakan da olsak, şanlı bayrağımızı Mars, Jüpiter semalarında dalgalandırsak da onların gözünde çağayız.
Oturalım, oturduğumuz yerde
Bu memleketin çocukları olarak bu memleketin büyüklerine bir türlü yaranamıyoruz.
Büyüdüğümüzü, sadece hata yaptığımızda eşşeg kadar adam oldun
diye başlayan cümlelerle bize anımsatıyorlar.
Osman Amca, vefa duygusuna büyük önem veriyor, beklentisi karşılanmazsa kızıyor. Geçen kongredeki yemeğe niye çağır mıyısınız? Ağzımızda dişimizde mi yok lafının ardından, bu kongrede sulu mu susuz mu bir fotoğrafımızın asılması lazım değerlendirmesi, benzetmek gibi olmasın, hadiseye tsunamisel bir bütünlük katıyor.
Belki farkındayız, belki farkında değiliz; Osman Amcanın konuşmaları, tavırları, hareketleri, jestleri, mimikleri, bakış açısı bir devre, bir devrin bakış açısına işaret ediyor. Kurulan cümleler, yapılan benzetmeler, olaylara yaklaşım tarzı, bakış açısı geçmişte başlayıp, yoğun biçimde yaşanan, ama şimdi yavaş yavaş ortadan kalkan, kalkması kaçınılmaz bir kültürün ipuçları, yansımaları. ((Birkaç mevzu var ki bu konuda, İsmet Ağabey yazar herhalde..)
Amcamızın her dediği doğru, söyledikleri hakikat, bizler de yapalım demiyoruz; sadece bir durumu tespit etmeye çalışıyoruz.
Onlar, insan ilişkilerinin çok yoğun yaşandığı, komşunun komşunun külüne muhtaç olduğu, sokakta sülü deyneği oynayıp, tahtalı tiyare uçururken karnı acıktığında Hacce Bacının tel dolabından pendir ekmek almakta gariplik görmeyen, normalde müthiş bir icat olan televizyon kullanılarak, toplumsal iletişimin un ufak edilmediği bir düzende yaşıyorlardı.
Bilgisayarları, atarileri bilmem neleri yoktu. İlişkiler tepeden tırnağa insan ağırlıklıydı. Ama daha yakın, daha duygusal, hayal gücü yüksek, kıvrak zekaya daha yatkın, makineleşmemiş, duygusuzlaşmamış bir dünyada yaşıyorlardı. 30-35 yaşında insanlar işin gücün olmadığı güz-kış aylarında, hava yağışlı değilse, kendilerinden sonraki kuşakta çocuklara atfedilen oyunları oynamakta sakınca görmüyordu.
O dünya, kendi insanlarını yaratmıştı.
Ha öyle masum filan da değildiler
Yalan söylüyor, dedikodu ediyor, onun bunun işine karışıyor, ağızlarından burunlarından gelene kadar içki içip kendilerini rezil, ailelerini perişan ediyor, harama uçkur da çözüyorlardı.
Yalnız o günün insanıyla bugünün insanı orasında, üzülmemiz gereken ortak bir nokta var: O günün insanları okumaya, sanata, bilime, bilgiye değer vermiyorlardı. Bunların toplamının yaratacağı enerjinin, gücün bireyi ve toplumu adam edeceğinin farkında değildiler.
Bugünküler hiç değil
O gün söze dayalı, entelektüel düzeyde olumlu değişime karşı olağanüstü inat, teknoloji kullanmayı uygarlık sanan, değer saydığı şeylerde tutarsız ve zoru gördüğünde kaçmaya meyilli bir toplum vardı.
Bugünkü, ikinin biri, geleneklerimiz, göreneklerimiz, değerlerimiz laflarını ağzından düşürmeyen; ancak kaynanam olur musun?, kızımı alır mısın?, annemi öper misin? zırvalarına en değerli şeyini (şu güzel yaşamdan belediyenin önündeki trafik lambalarının saniye rakamları gibi sürekli geriye yaşam süresini) teslim eden toplum da öyle.
***
Daha fazla başınızı ağrıtmadan, Mıh Osmandan aldığımız, kongre öncesi, son bir istihbaratı kamuoyunun dikkatine şey edelim:
Sevgili Ramazan Kölük ağabeyim, yakın tarihte yayınlanan bir yazısında, eski gençlik spor il müdürlerine atıfla, bunların hepsini bize yutturmuşlar mı ne demiş. Osman Amca, Pastacı Adnan (Duman) abinin tükanında bu gazeteyi görmüş; püskürmüş, Ramazan abinin bürosuna baskına gidecekmiş.
Ula o Körük mü ne (Kölük olduğunu gayet iyi biliyor da) bi yazı yazmış. İki çift laf edecem.. diye söyleniyorken, sakinleştirmek için, Osman Amca, o seni kast etmemiştir; 80den sonra müdürlük yapanları demiştir. Etme, eyleme, uyma, sen büyüksün demişler.
Osman Amca el cevap:
O zaman dırnah içinde Osman Beg hariç yazaydı
Ramazan abi eskiden futbol hakemiydi. Üstelik iyi bir hakemdi
İlk kez bir futbol hakeminin ofsayda düştüğünü görüyorum.
FOTOĞRAFTA: Osman Ağabey (ortadaki), son kongreyi kulübün eski başkanlarından Nuri Akbez (soldaki) ile birlikte izlerken..