SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Gülmeyen Malatyalılar!..

A- A+ PAYLAŞ

Gülmeyen Malatyalılar..

Bülent KORKMAZ Yazdı

 

Yıl 1987 veya 88…

Hayatımda ilk defa, gülerek vesikalık fotoğraf çektirme cüretinde bulunmuş bir insan tanımıştım. Özbeöz Türk olan o insan daha ileri gidip gülen resmini pasaportunun üzerine yapıştırmıştı. Aklımın almadığı bir şeydi bu!  Varsayalım Amerika’ya, Almanya’ya, Namibya’ya gidecektiniz; gümrük görevlisi bir fotoğrafa bir size bakacak ve “Bu ne ciddiyetsizlik hemşerim? Sen bu suratınla ülkemize giriş mi yapacağını sanıyorsun” diyebilecekti. Daha vahimi memlekete dönüşte yaşanabilir, bizim gümrük memuru “Şimdi bu gülüş bir Türk’e yakışır mı? Ülkemizin itibarını beş paralık etmişsindir sen şimdi. Geç bakalım, ge煔 diye başlayan cümlelerle burnunuzdan fitil fitil getirebilirdi.

 

Nasrettin Hoca’dan Aziz Nesin’e, Şener Şen’e, Kemal Sunal’a yeryüzünün en büyük mizahçılarını yaratmış olsa da, “gülme eylemi”nin ciddiyetsizlik yaptırımıyla karşılanması aziz, mübarek, baş tacı, ekmek teknemiz, damacanamız Anadolu topraklarının paradoksuydu. Yalnız başına iken gülen veya yüzünde tebessüm beliren erkeklerin deli, kızların “iş atıyor” olduğu, öğrencilerin güldüğü için dayak yediği bir ülkenin yurttaşı nasıl gülerek fotoğraf çektirebilirdi?

 

Sanal yazarınızı derin düşüncelere gark eden o gülümseyen fotoğraflı insan, dönemin Malatyaspor Teknik Direktörü Yılmaz Vural’dı. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü’nü bitirmiş, sonra Almanya’ya gitmiş, orada ne iş bulmuşsa yapıp, merhum Kemal Sunal’ın bir filminde figüranlık dâhil, oturma ve okuma iznini almış, Köln Spor Akademisi’ni bitirmiş, antrenör olmuştu. Memlekete işte o tuhaf huylardan biriyle dönüş yapmıştı. Vesikalık fotoğraf çektirirken gülümsemesinin ciddiyetsizlikle ilgisi yoktu; Almanya başta olmak üzere birçok ecnebi memlekette adet buydu. Kimse gülümsemeksizin fotoğraf çektirmiyordu. Siz gülümsemeyi unutmuşsanız, Üç Yüz Otuz Üç’ün ecnebicesi “Cheers” (Lütfen neşe yapınız) geliyordu.

 

Aciz yazarınızın Aşağı Banazı aksanlı pre-modern İngilizcesi telaffuz arızası nedeniyle bunu yıllarca “Cheese” (Peynir) sanmıştı ki; bu da tarihin en karışık tercüme sorunlarından birisi olarak tozlu raflardaki yerini almıştır.

 

11 yıl kadar önce bir gülme vakası daha yaşamışlığımız var. Serin bir yaz akşamı Çırmıhtı’da (buyurun size anlam bozukluğu olan bir cümle! Çırmıhtı’da sıcak yaz akşamı oluyormuş gibi) bir parkta Alman misafirlerim Ines, Simone ve Eva Schonberger ile birkaç karayağız Anadolu çocuğu bir masanın etrafında oturuyoruz. Güzel bir sohbete düşmüşüz. Mevzu, Bayvera’nın maden kaynakları mı, Bremen mızıka endüstrisindeki kriz mi, tam anımsamıyorum; ama kalite olarak kesinlikle TRT–2 kıvamında. Nasıl olduysa, birimiz bir laf ettik, şimdi Londra’da yaşayan sevgili arkadaşım Eva’yı bir gülme tuttu. Sormayın! Nasıl gülüyor, anlatamam! İçinden geldiği gibi, tüm hücrelerine kadar... Biz de gülüyoruz ama onunki civarda bulunan ve yakında koruma altına alınan cumbalı (cumba: balkon şeklinde, yola çıkıntı yapmış, havadan çalınmış hazine arazisi) evlerin cumbasını kirişinden söküp aşağı indirecek. Haliyle, AB müktesebat ve Eurovision hesabımıza eksi puan yazılmasın diye hiçbirimiz sesimizi etmedik. O, ülkesine döndüğünde yolladığı mektupta “Galiba o akşam gereğinden çok ve yüksek sesle güldüm. İnsanlar benim hakkımda iyi düşünmemiş olabilirler” mealinde bir şeyler yazmıştı. Ben de yine tam üyelik hatırına karşı cevabımda “no problem bacım” dediğimi hatırlıyorum.

 

****

 

Eski komşum, Görüş Gazetesi’nin yegane sorumlusu, sevgili Selahattin (Gökatalay) Ağabey Cumhuriyet Bayramı’nda bir fotoğraf çekmişti. Sanal âlemin ileri gelen patronlarından İsmet (Yalvaç) Ağabey “Bülent şu resme baksana. Cenaze yerinde değil, Cumhuriyet Bayramı'nda bu insanlar.. Kadını, erkeği, yaşlısı, genci, çocuğu, işçisi, esnafı, işsizi, memuru.. Her birinden bir klasik tip gözüküyor, ama hiçbirinin yüzü gülmüyor” diyerek nazarı dikkatimizi celbetti. Sonuçta bu bir bayramdı, en güzel günlerden biriydi. Kaldı ki insanlar oraya zoraki değil, gönüllü olarak, üstelik bir bölümü bebesiyle, çocuklar ise ellerinde balonlar ve bayraklarla gelmişti. Ama gülen bir tek yüz yoktu!

 

Gökatalay fotoğrafın kullanma hakkını bilabedel tarafımıza verirken “Devletimizin aleyhinde bir şey yazmayasınız ha” diye peşinen uyardı. “Allah sosyal devlete sosyal millete zeval vermesin” lafının mucidi olarak “hâşâ, o nasıl söz” diye karşılık verdik. Selahattin abi fotoğrafta gülmeyen suratlarla ilgili “O sırada saygı duruşu vardı. Ayrıca hava soğuktu. Ramazan’ın da etkisi… Ama ileride gülen iki-üç kişi vardı!” diye naçiz varlığımızı uyarmayı da ihmal etmedi.  İçten gelen coşkunun, yüze vurumudur gülümseme.. O yok işte.. Bunu anlatmak istiyoruz..

 

Hadisenin gırgırı mı dersiniz, mizahı mı; ama şöyle veya böyle gülmeyle, gülümsemeyle ilgili ciddi sorunlar yaşadığımız kesin. Yüzümüzde güller açılması için illa komik bir film seyretmemiz, mizah öyküsü okumamız, gülünç öyküler dinlememiz gerekmiyor. Aslında gülen bir yüz, insanın sağlıklı, mutlu, kendisiyle barışık, istediği işi yapan, arkadaşları ve eşi ve çocuklarıyla uyumlu, geleceğe güvenle baktığının en belirgin kanıtı. Gülümseyebilen insanların sevildiğinden/sevdiğinden, saygı görüp/gösterdiğinden emin olabilirsiniz.

 

Toplumu oluşturan insanların yaşama sevincinin az mı çok mu olduğunu anlamak için bu fotoğrafa ihtiyacınız yok aslında. Kısa dönem İstanbul sakinliğim sırasında mutluluk testini sabah işe giderken otobüslerde yolculuk edenlerin yüz ifadelerine bakarak yapardım. Gülümsemek bir yana, gülümseme teşebbüsünde bulunan bir tek yüze dahi rastladığımı anımsamıyorum. Siz de aynısını Türkiye’nin herhangi bir kentinde deneyerek görebilirsiniz.

 

Gülememe arızasına, önemli bir sebep olarak, kendisi için değil, başkaları için yaşayan birey görüntüsünü ileri sürebiliriz. “El ne der”, “Elin içinde arimizden yerin yedi kat altına girdik”, “Elaleme rezil olduk” lafları, insanın kontrolü anlamında bazen yararı görülse de, çoğunlukla gülmeyen suratların sorumlusu, gerginlik ve sonrasında mutsuzluğun ana kaynağıdır.

 

Bu ülkede insanların düğünlerde bile Politbüro üyelerinin yüz ifadesiyle masalarda oturarak, o güzelim eğlenceyi ıskaladığını, kalkıp iki tane parmak çıtlatıp göbek atarak kurtlarını dökmekten kaçındığını, takı töreninin ardından alelacele evine gittiğini defalarca gördük. Düğüne etkin biçimde katılmama ve neden orada olunduğunun mantığı şudur: “Biz ciddi adamız, oynarsak ne derler?” ve “düğüne gelmedi demesinler, akrabayız, komşuyuz, el içinde ayıp olmasın.” Aynı samimiyetsiz yapı bayram gezmelerinde “Filancayı da aradan çıkaralım” veciz ifadesini yaratmıştır.

 

Sevmiyorsan, hoşlanmıyorsan, istemiyorsan; yapma, gitme, katılma…

 

Sevgili dostum Fuat Kozluklu sık sık “hayatını yaşa, tadını çıkar, başka hayat yok” der. Bu yaklaşım Rönesans’ın, Romantizm’in Memento Mori/Carpe Diem, yani Öleceğini Hatırla/Hayatını Yaşa diye sloganlaşmış yaşam tarzı değildir. Sorumsuzluk, hedonizm (vur patlasın çal oynasın ideolojisinin Yunancası) hiç değildir. Fuat, birçok savaşta muhabir olarak bulunmuş, ölümler görmüş, bebek ölülerinin kokusu genzine sinmiştir. Bir bildiği vardır da, insanlara rahatlığı, mutlu olmaya çalışmayı önermektedir.

 

Söylemesi hoş değil ama bizim ne bu hayatı yaşadığımız var, ne de yaşamaya niyetimiz. En azından şimdilik…

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları