Böyle Esnaflık Olmaz!..
Bülent Korkmaz
deybayah@gmail.com
Sanal âlemin sevgili sakinleri,
Muhterem cemaat,
Dikkatinizi çektiği ve çekmediği gibi naçiz yazarınız uzun süreden beri elini F klavyesinin (biz anamızdan babamızdan böyle gördük; elli bin çeşit Q gelsin, isterse bilgisayar Red Kidin atı Düldül gibi ıslığa göre eyleme geçsin, yani yazı yazsın Fciyiz, Fci kalacağız) tuşlarına götürüp yazı yazmadı; yazamadı.
Nedenleri burada açıklanamayacak kadar çetrefillidir, çormuhludur (ağacın bir yere battığında, Allah göstermesin, epey bir sorun çıkaracak dallı budaklı bölümleri) hatta gereksizdir.
Sanal yazarınız ortalarda görünmüyorsa bilin ki, ocağı hep tütesi fakirhanesindeki evlad-ı iyal içindir. Ol bu sebepten kaç tane yazı araya kaynamış, başlanan ve onca emek verilen ağır yazılar şimdilik kurutma işleminin ardından entelektüel zarha formatında tel dolabına kaldırılmıştır.
Ne var ki, gel gör ki, hatta ki ve hatta ki son dönem öyle bir olaya tanık olmuştur ki yahu şu Malatya medya esnafında bir tane geyik tespitçisi yok mu? Bu hadiseyi allayıp pullayıp gülmecenin şahı, gırgırın piri olunmaz mı? diye hayıflanmaktan kendini alamamıştır.
Sonra da özeleştiri yapıp, sanal patron İsmet (Yalvaç) Beg ile günlük bol dumanlı ve kahveli görüşmelerimizde itinayla bu tür geyikleri yakalıyor, kesiyor, harı bol ateşte kızartıyor ve yiyoruz. Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun; yazsak da halkımız yararlansa. Ayıp ediyoruz demiştir.
Nedir efendim? Şudur:
Yakın tarihlerde Malatyada iki adet, başlı başına bir tez çalışması olarak ele alınması gereken, 2 adet hırsızlık vakası yaşandı.
Birincisinde, Karayolları Şubesi'nin olduğu yerde bankomat hırsız yurttaşlarımız tarafından ekip çalışmasıyla açıldı. Gece vakti de olsa, memleketin en işlek caddelerinden birinde yaşanan bu hırsızlık olayı zamanında fark edilemedi. Alarmdan durumu fark eden banka güvenlik görevlisi, polisi aramak yerine kendisi vaziyet etti. Gidince hırsızlar panikledi ve ellerindeki alet ve edevatı (oksijen kaynağı, levye, piknik tüp, her neyse) oraya atıp, yallah! Yallah olmasına yallah da, epey bir Yeni Türk Lirası beraberlerinde gitti.
İkinci vaka, Sivas Caddesinde yaşandı. Burası bildiğimiz kadarıyla, çarşının göbeğidir. Hırsızlar yine tam teçhizat makineye daldılar. İşlerini yaptılar, paraları çaldılar ve yallah! Yallah olmasına yallah da, epey bir YTL beraberlerinde gitti. Bu yallah sırasında, hadi diyelim birinci grup panikledi öyle yaptı, ama ikinciye ne oluyor? Kimse kendilerini rahatsız etmedi. Ama bu hırsız grubu da alet ve edevatını oracıkta bıraktı. Piknik tüp, oksijen kaynağı, levye, her neyse Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir miktar parayı da telef etmişler, yani yakmışlar. Halkımızın meteliğe kurşun attığı şu devirde yaptıklarına bakın!
İkincisinde, bankanın alarm sistemi de yokmuş diyorlar! Merkez işlem yapılmadığını fark etmiş, hırsızlık öyle ortaya çıkmış.
Allah gecinden versin, diyelim 2736 sene sonra dünyaya Siriusun oralardan bir yerden bir nesne gezegenimize bindirdi; cümle hayvanat, nebatat ve insanat sen sağ ben selamet! Diyelim bir 3975 sene sonra Jüpiterin oralardan bir yerden bir virüs uçtu, geldi Tecdede veya Kürecikte bir yere düştü, hayat yeniden başladı ve birkaç trilyon yıl sonra kafası çalışmaya başlayan canlı türleri bizimle ilgili verilere ulaştılar.
Her bir şeyi açıklasalar, bana göre, bu 2 soygunu açıklayamazlar. En azından derler ki parayla aklını bozmuş, onun için birbirini yiyen, kanını içen, bebeklerin ırzına geçmekten bile çekinmeyen bu ilkel yaratıklar nasıl olur da uçup giden paralar için bu kadar aymazlık içinde olabilirler?
Efendim hadisenin bilim-kurgu boyutu bir yana bugüne dair sormamız gerekenler de var:
Öncelikle bu hırsızlık olaylarını gerçekleştirenleri şiddetle kınıyorum. Sadece kanunun suç saydığı bir fiili gerçekleştirdiklerinden dolayı değildir bu kınamam. 50 yıllık bir esnaf evladı, sanat mektebinin mastırı sayılabilecek Teknik Lise Makine Bölümünde talebeyken saatlerce eğe, matkap, freze, torna silmiş, yağlamış birisi olarak derim ki:
Böyle esnaflık, böyle sanatkârlık olmaz, insan nafakasını temin ettiği cihazları yolun ortasına atamaz, gözü gibi saklar, bakımını, onarımını itinayla yapar. İş mi sizin yaptığınız? Hangi boyacı fırçasını çalıştığı inşaatta bırakmış, hangi demirci demirleri kestiği makası toza toprağa atıp paslandırmış? Yarın öbür gün başka bir işte teçhizat gerekirse yenisini alırız diyemezsiniz; alet alettir, edevat da edevat. Umarım yine yarın öbür gün çarşının tam ortasında çıkaracağınız bir işten sonra da kaynağı, tüpü, çekici, kazmayı kaldırıma atıp gitmezsiniz. Zaten Malatya esnafı kaldırımlara doldurduğu buzdolapları, fındıklar-fıstıklar, elbiseler ve cümle eşyayla yayaların adım atmasını imkânsız hale getirdi; görüntü kirliliğine bir katkı da sizden olmasın.
Sonra, sevgili yayalar, o saatte oradan geçen araç sahipleri, civarda oturanlar hiç biriniz mi görmediniz ne olduğunu? Şehir insanının apartman önünde oturan cenaze heyetine bile selam verip, başınız sağ olsun diyemeyecek kadar hissiyat erozyonuna uğradığına tanıklık etmiş birisi olarak onu da buna bağlıyorum. Herhalde Helal olsun gecenin bu vakti bile doğalgaz tesisatı döşüyorlar. Üstelik evleri bitirmişler sıra otomatik para çekme makinelerine (ATM) gelmiş. Maksat paralar üşümesin diye düşünmediler.
Tek kelimeyle ilgisizlik, boş vermişlik durumu.
Bir başka bir hırsızlık olayında, eğer bu da hırsızlıksa, yaşananı bu vesileyle anımsatmama izin verin.
Çocukluk yıllarımız, yaşamımızın önemli bir parçasını çizgi roman karakterleri dolduruyor; Zagor Tenay, Yüzbaşı Tommiks, Çelik Blek, Kaptan Swingin maceraları elden ele dolaşıyordu.
İçimizde bir arkadaşımız, kendisini bu kitaplara fazlasıyla kaptırmış ve kendisini Darkwoodun efendisi, Çikonun silah arkadaşı Zagor Tenayla özdeşleştirmişti. Bu sebeple kendisine Yüce Zagor (Hüseyin) derdik; halen de diyoruz.
Zagorun elindeki baltanın aynısı, kendi imalatı, Hüseyinin elinde vardı. Ailenin bahçesini yaşam felsefesine uygun şekilde tasarımlamıştı. Ağaçtan ağaca geçmek için sarmaşıklar, Yüce Zagorun nasıl başardığı bilinmeyip zooloji tarihinin sırları arasında yer alacak şekilde eğittiği ve atıl kurt deyince insana saldıran keçisi (bildiğiniz keçi), çalılarla çevrili dar bir bahçe yolundan geçerken sizden parola istemesi ve uygun görürse ughh, geçebilirsin demesi, parolayı söylememekte direnen bir şahsa derhe (tarha) savurması sıradan eylemleriydi.
Yüce Zagor kardeşimiz bir gün arkadaşlarını toplar ve o efsane bahçeye kiraz yemeye götürür. Kendi bahçesi ama babası kimsenin kirazlara yaklaştırılmaması emrini vermiş. Zagor da olsan, baltan da olsa, baba işin içine girdi mi karizma fıs! Ama arkadaşlara misafirperverlik gösterilecek, o efsane bahçede Hüseyin kitlesine şov yapacak, ağaçlardan ağaçlara uçacak.
Böyle yarı gergin-yarı mutlu ortamda Hüseyin çevre emniyetini alır. Arkadaşları kirazları afiyetle yer. Sıra bahçeyi terk etmeye gelir. Önce yere düşen yapraklar toplanır. Yüce Zagor herkesten belirlediği güzergâhtan bahçenin terk edilmesini, başka yere ayak basılmamasını ister. Yine kendi imalatı çalılardan yapılma süpürgeyi alır, kiraz ağaçlarının altından geri geri giderek bahçedeki izleri süpürüp kapıdan dışarı çıkar. Bu arada ıslıkla ortama film müziği katmayı da ihmal etmez. Gruptakilerden biri Yediğimiz iki avuç kiraz. Sanki Kaşıkçı Elmasını çaldık demekten kendini alamaz.
Adam ne de olsa Çırmıhtılı. Esnaflık geninde var.