Mişmiş Niye Para Etsin ki!
Bülent KORKMAZ
deybayah@gmail.com
Sevgili komşum, türü kaybolmakta olan kastecilerden, İsmet (Yalvaç) Begin kanıtlanması veya kanıtlanamaması bilimsel olarak mümkün olmadığını düşündüğüm savlarına göre Görüş Kastecilik ve Metbaacılık Tesislerinden artık kasteci çıkmamasının sorumlusu güzel insan Selahattin Gökatalay ağabeyimin gazete sayfasını yaparken sinir olduğu mevzulardan biri haber başlığıdır. Yahu der illa habere başlık atmak zorunda mıyız?
Selahattin abimin bu sıkıntısı ben bu yazıyı yazmaya teşebbüs etmeye başlarken aklıma geldi.
Bu yazının başlığı aslında hiçbir şey olmamalıydı. Çünkü ne desek yetersiz kalacaktı. Akabinde söylenecek lafların gidişatına göre şu başlıklar da atılabilirdi:
- Dünyayı güzellik kurtaracak bir insanı. Sevmekle başlayacak her şey.
- Doğulusun dediler, yüz vermediler.
- Şöyle tarihi eserimiz böyle antik vazomuz filanca doğal güzelliğimiz falanca özgün yapımız var? Niye kimse gelip görmüyor?
- Aslında bizim çok güzel armutlarımız, kirazlarımız da var ama pazarlayamıyoruz, reklam edemiyoruz.
Biz çağayken matematik hocamız tahtaya formül yazdığında, bu hesabın sadece belirli rakamları değil tüm doğal sayıları kapsadığını anlatmak için 1, 2, 3 n yazar ve biz bu n neyin nesi demeye kalmadan sözlü olarak eklerdi diye gider.
n kadar gitmeden şuracıkta 1e bir göz atsak:
Sözlüğün gülgillerden, sıcak veya ılık iklimlerde yetişen, çiçekleri pembemsi beyaz bir ağaç (Prunus armeniaca) diye tanımladığı kayısıyı biz Malatyalılar, İbranice ve Arapça söylendiği şekliyle, Mişmiş diye adlandırıyoruz. Malatya adının kayısı ile özdeş olduğunu, bu iklimin ve bu toprakların yeryüzünün en lezzetli, en kaliteli kayısılarını yetiştirdiğini söylemeye gerek yok.
Benim kayısıyla ilgili söyleyeceklerim bundan fazla olmamalı.
Niye derseniz? Fazlasını bilmiyorum da ondan. Tarım arazisinin yok denecek kadar az olduğu, olan arazide de kayısının o kadar yüksek kalitede yetişmediği, bu nedenle halkının büyük çoğunluğunun kendisini ticaret ve okumaya verdiği Çırmıhtı topraklarında yetişmiş olmam bunun baş nedeni olabilir.
Ama kayısı konusunda naçiz varlığımı Malatyalıların önemli bir bölümünden ayrılan bir özelliğim var: İtinayla, zevkle ve afiyetle kayısı yerim.
Şimdi bu cümleyi eğer Malatyalı olmayan birisi okuduysa ultra-mega-jumbo-battal boyda şaşıracaktır.
Malatyalı ve kayısı yiyor! Allah, Allah!
Evet, Malatyalılar kayısı yemezler; belki biraz yaşından yerler ama kurusunu ağızlarına nadiren sürerler. İnanmayan, çevresine baksın; olmazsa kayısı konusunda bildiğim kadarıyla en çok araştırmayı yapan, bunu memleketini ve mişmişini çok sevdiği için yaptığına tanık olduğum İnönü Üniversitesinden sevgili hocamız Bayram Murat Asmaya sorsun.
Ben daha da ileri gideceğim ve ortaya bir tez tezeceğim:
Malatyalı kayısıyı da sevmez.
İçerisinde kayısı ve/veya mişmiş sözcüğünün geçtiği bir tek türkü duydunuz mu?
İçerisinde kayısı ve/veya mişmiş sözcüğünün geçtiği bir tek aşk öyküsü işittiniz mi?
Ayının bile armut üzerine 9 tane (10. armut hoşafı üzerine) türküsü var, bizim kayısı ve/veya mişmiş üzerine tek türkümüz yok!
Kayısı üreticilerinin ağzından, kayısı çok olursa para etmeyecek, emeğimiz rezil olacak, ürün az olursa hayvah bu sene mişmiş az oluyu laflarını çok duyarsınız ama şunları nadiren, iyimserliği bırakıp gerçekçi konuşursak asla, duymazsınız:
Ey yüce mişmiş. Biz ki senin sayende ekmek sahibi olduk. Çoluğumuzun çocuğumuzun karnını doyurduk. Namerde muhtaç olmadık. Sen bizi bereketinden, rahmetinden esirgeme. Bizi hep aziz ve daim kıl.
Malatyalının kayısıdan hak ettiği kadar para kazanamaması Brezilyanın futbolcu ihracatından para kazanamamasına eşdeğer bir tuhaflıktır ama bir gerçekliktir.
Kuşkusuz kayısının para etmemesinde başka Das Capital olgular söz konusu. Kurt düşesice ekonomik düzenin üretimi insanların gereksinimlerine göre değil karların maksimizasyonuna göre ayarlaması (Orada Afrikalı acından ölür sen burada kayısıyı, buğdayı-pirinci her neyse, deponda çürütürsün sen de acından ölürsün); yerel düzeyde ise biz Malatyalıların rakipsiz olduğu bir alanda bile fason imalat anlayışının ötesinde üretim sistemi geliştirememesi baş nedenler olarak gösterilebilir.
Bunlar bir yana; kayısıya karşı sevgisizliğin ilgisizlik, ilgisizliğin merak eksikliği, merak eksikliğinin bilgisizlik ve bilgisizliğin de insanlığın tek düşmanı cehaleti doğurduğunu düşünenlerdenim.
Sen sevmediğin bir şeyi nasıl anlayacaksın, nasıl anlatacaksın ve nasıl satacaksın?
Mişmiş bir kenarda dursun başka bir şey anlatayım size:
Sanıyorum 2 yıl önceydi. Eski Malatyada, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayında, bir Eylül günü değerli tarihçilerin katılımıyla düzenlenen bir etkinlik vardı. Malatya tarihi üzerine ciddi bilgiler edineceğimi düşünerek o gün işleri bir tarafa bıraktım ve ben de gittim. Araştırmacılar gerçekten önemli konulara değindiler, farklı ve yeni bilgiler verdiler. Profesör Doktor Sayın Mesut Elibüyük, Malatya şehir merkezinin 1838-39 yıllarında o günkü yerinden (bugünkü Battalgazi) bugünkü yerine (Aspuzu) taşınmasında Osmanlı Ordusunun orada konaklamasının belirleyici neden olmadığını, sıradan bir Malatya broşürü bile bunu söyler, Eski Malatyanın ekonomik anlamda bittiğini, Fırat kıyılarında yapılan çeltik tarımının sıtmaya yol açıp insanları kaçırttığını, gezginlerin notlarından burasının terk edilen bir yer olduğunun anlaşıldığını vesaire bir güzel anlattı. Başka hocalarımız da başka güzel şeyler anlattılar; ararsanız arşivde var.
Vakti zamanında, Malatyada, şimdi yerinde Gazi Parkı'nın bulunduğu İstanbul Sineması'nda Halk Partisinin kongresi vardır. Merhum Nuri Nebioğlu belediye başkanıdır. Üyelerden biri söz alır. O sırada Nebioğlu insanlığın özgürlük ve demokrasiyi doya doya yaşadığı mekâna, tuvalete, gitmiştir, yani ortalarda yoktur. Malum üye Nebioğlunun icraatlarına kızmıştır, kendisini göremeyince iyice gaza gelir, "Aha demin giden Nuri Dayı var ya" diye ver eder eleştiriyi ver eder eleştiriyi. Konuşma devam ederken Nebioğlu, pantolonunu çeke çeke giriş kapısında görünür. Üyemiz, tam burada kendini toparlar ve der ki: Tüm bunlar olurken aha Nuri Dayı ne yapa?. Buyur sayın başkanım
İşte biz kervansarayda tüm bunları dinlerken, başta Aşşağı Şeherliler olmak üzere, sayın halkımız neredeydi?
Halkımız yoktu sayın seyirciler. Orada, sunum yapan hanımlardan birinin akrabaları dâhil, toplasan 15 kişi ya vardık ya yoktuk. Sonuna kadar bekledim, uçkurunu çeke çeke içeri giren de olmadı.
Şimdi, denemesi bedava, sokağa çıksak, elimizde mikrofon vatan-millet-Malatya-ecdat yadigârı eserler sorular yöneltsek
Öz Malatya Kayısısı
Bu kadar ciddi bir yazının üzerine size yakınlarda tanık olduğum hakiki bir öz Malatya hikâyesi anlatayım. Hem de, gün kurusu kayısının haşlanıp üzerine tereyağı ve ceviz gezdirilmesiyle bizleri 10+1 kaplan gücüne ulaştıran gabıh gavırması dediğimiz, kayısı tatlısı kıvamında.
Ben, 50 küsur (yazının ardından tekzip geldi, net 60 olmuş) yaşlarında bir amcamız ve de 60 küsur yaşlarında bir başka amcamız çayımızı içip dereden tepeden konuşuyoruz. Yaklaşık 15 dakika kadar memlekete ve dünyaya şekil nizam verdikten sonra laf mişmişten açıldı. Birinci ağabeyim mişmişin çok faideli bir şey olduğunu anlattı, Malatyalıların bunu yemediğinden, Malatyalı yese bile kilosunun 10 milyon liraya vuracağından bahsetti. Ardından, kayısı sayesinde kendisinin sağlığının yerinde olduğunu, kendisinden çok genç denilenlerle aynı tempoda koşabileceğini filan falan anlatıp, muzip bir şekilde, o işte de hiçbir aksama yok dedi. Kast ettiği konu, her Türk er kişisinin ezeli ve ebedi mevzusu, makenenin işleviydi.
Bunu duyan 60lık ağabeyimizin, belinin ortasına balta yemiş gibi manen yıkkın bir ses tonuyla şöyle dediği tarafımızdan duyuldu:
Yapma yavvv Biz havlı atalı on sene oldu
Bu mesele böyleyken böyle oldu sayın okurlar. Yalanım varsa kafama en kalınından kayısı odunu, hem de dalı ve çormuğuynan beraber, düşsün.
Foto: yunus.hacettepe