Doğan Abi ve Anılar
Bülent KORKMAZ
deybayah@gmail.com
Türk futbolunun duayen isimlerinden Doğan Koloğlu 13 Kasım 2013 Çarşamba günü aramızdan ayrıldı.
Kendisiyle bir defa oturmuşluğum bir defa da canlı yayında konuşmuşluğum var. Profesyonel gazetecilik yıllarımda belki birkaç defa telefonla görüşmüşümdür ama ondan da emin değilim. Yani, maalesef, kendisiyle uzun uzadıya bir arada bulunmuşluğum, irtibatım olmadı. Ama yine de o benim için ‘Doğan Abi’ idi. Sanıyorum sadece benim için değil, onunla kısa süre birlikte olan, yaşı ondan küçük, herkes için ‘Doğan Abi’ idi. İyi bir insanda aranan tüm özellikler vardı merhum Koloğlu’nda; pozitif enerjisiyle bunu size hissettiriyordu. Sevecen, sakin, güler yüzlü, babacan, alçak gönüllü, dinlemesini ve dinletmesini bilen, kibar, güngörmüş bir insandı.
***
1989-90 sezonunun son haftası Malatyaspor sahasında Beşiktaş ile karşılaşacaktı. Beşiktaş, 1 hafta önce şampiyonluğunu ilan etmiş, Malatya’ya formalite bir maç oynamaya gelecekti. Karşılaşma Malatyaspor açısından hayati önem taşıyordu çünkü bu maçın sonucuna göre ya küme düşecek ya da 1. Ligdeki (şimdiki Süper Lig) serüvenine devam edecekti.
O dönem Hürriyet gazetesinde yazan Koloğlu da karşılaşmayı izlemeye gelmişti. İsmet Yalvaç ağabeyin şefliğini yaptığı Turfanda iş hanındaki büroya (sonradan ben de orada çalışacaktım) Doğan Abinin geleceğini haber almıştım. Zaten bu tür maçlar için İstanbul’dan gelen yazar, muhabir, fotoğrafçı mutlaka büroya uğrar; telefon, faks, telefaks, film banyosu, daktilo ve hanın çaycısı Cemal Ustanın çayı-kahvesi gibi lojistik olanaklardan yararlanırdı.
Maç öncesi büroya gittim ve Doğan Abinin sohbet ortamında bulundum. O an neler konuştuk, neler konuşuldu, pek hatırımda değil çünkü maçın öneminin yarattığı heyecan bizde akıl-fikir bırakmamıştı.
5-6 takım düşme riskiyle karşı karşıyaydı. Bu rakam, şampiyonluğa oynayanları bir tarafa bırakırsanız neredeyse ligin yarısını oluşturan, 18, takım sayısına tekabül ediyordu. 4 takım önceden düşmeyi garantilemişti; son hafta düşecek 5. takım belli olacaktı.
Konudan konuya atlıyoruz ama sevgili okurlar o dönem, kimden çıktıysa bu “fikir” bilemiyorum, futbolumuzun kalitesini (!) arttırmak için 1. Ligdeki takım sayısının düşürülmesine karar verilmişti. Futbol tarihin en zekâ sorunlu uygulamaları arasında (diğerleri de kupa maçlarında uygulanan altın gol-gümüş gol kuralları ile iki sezon önce Süper Ligde uygulanan play-off olsa gerek!) yer alan bu “mantığa” göre takım sayısı 16 olunca futbolumuzun kalitesi birden “acayip” patlama yapacaktı. Bu sebepten üstten 5 takım düşürülürken, alttan 3 takım gelecekti.
Galatasaray Şampiyon Kulüpler Kupasında yarı final oynayana kadar uluslararası maçlarda orta sahayı geçemeyen ve Milli Takımı da gruplarda diğer takımların “averaj düzeltme” amaçlı maç yaptığı Türk futbolunun güzide kulüpleri, takım sayısı 16 olunca, orta sahadan röveşatayla goller atacak, yeryüzünde alınmadık kupa bırakmayacaktı.
Son hafta maçları oynanmadan önce İstanbul basınında Malatyaspor’un “siyaseten” kurtarılacağından tutun da Beşiktaş’ın 3 sezon önce 1-0 yenilgiyle şampiyonluktan olmanın hıncıyla hareket edip yenmeye oynayacağına dair bir ton mavalla stres daha da artmıştı.
İşte böyle bir ortamda Malatyaspor-Beşiktaş maçı başladı. İlk yarı golsüz bitti. Diğer statlardan da “tık” yoktu. İkinci yarının başında Malatyaspor Büyük Haluk’la 2 gol birden bulurken, diğer statlardan da “patır patır” gol sesleri gelmeye başladı. Maç 2-1 Malatyaspor’un galibiyetiyle bitti ama düşmüştük. Aslında biz 1 hafta önce iç sahada Ankaragücü’ne 4-1 kaybederek kendi elimizle düşmüştük de; uzun hikâye, başka sefere.
20li yaşlarda bir muhabirim ama önce Malatyalı ve Malatyaspor taraftarıydım. Akıl alır iş değil ama çok değil 4 yıl önce Brezilya milli takımının kalesini koruyan Carlos’lu, Ünal, Ceyhun, Feyzullahlı kadro küme düşmüştü. İki sezon öncenin lig üçüncüsü 11 yıl dönemeyeceği 2. Lige yolcuydu. Ağzımı bıçak açmıyor; ne yapacağımı bilmiyor, basın tribününde öylesine oturuyordum.
O sırada Doğan Abi yanıma geldi. Belki de yanımdaydı, farkında bile değildim. Yüzüne bakınca neredeyse benim kadar üzüldüğünü fark ettim. Bir yandan beni teselli ediyor, diğer yandan konuyu dağıtıp, şimdi gazeteye gidip maçı yazacaksın değil mi, filan diyordu.
***
Bu maçtan birkaç yıl sonra Doğan Abiyi telefonla bir radyo yayınına almış, Türk futbolu üzerine epey lafını etmiştik. Daha doğrusu ben sormuştum, o anlatmıştı. Doğan Abinin yanında bize konuşmak düşer mi?
Bu arada Doğan Abi eşinin Bilge Hanımın Malatyalı Zapçı ailesinden olduğunu hep söylerdi. Galiba yayında da söylemişti. (TBMM’de 7 dönem Malatya Milletvekilliği görevinde bulunan merhum Mahmut Nedim Zapçı’nın torunu olan Galatasaray eski başkanı Alp Yalman ile Doğan Abi’nin eşi Bilge Hanım kuzenler.)
Başta belirttiğim gibi, kendisiyle fazla bir arada olmuş birisi değilim ama “Futbol ve Teknik” yazılarından çok şey öğrendiğimi belirtmeliyim. En azından futbolun zevk veren yanını ön plana çıkaran felsefeyi, hücum futbolu, benimsememde Hıncal Uluç’la birlikte Doğan Abi’nin emeği mutlaka vardır.
Upuzun meseledir, kısasını diyelim. Eskiden uluslararası maçlarda neredeyse hep kaybederdik ve maç sonrası genellikle, bir on beş dakika iyi futbol oynamışsak, “şerefli yenilgiler”, “namuslu beraberlikler” sözleriyle avunurduk. Hep savunma futbolunu ön plana çıkarırdık, fazlasına gücümüz yetmezdi.
İşte böyle bir ortamda Koloğlu ve Uluç “hücum futbolu da hücum futbolu” diye yazdılar, durdular. Şüphesiz kast ettikleri şey, savunma güvenliğini geri plana iten bir anlayış değildi. Anlatmaya çalıştıkları şey “futbolun güzel bir oyun olduğu, insanların statlara iç karartan katı savunmaları izlemeye değil, bol gol görmeye geldiğini, futbolda başarının da sürekli iyi oynayarak geleceği” idi.
O yüzdendir, anti-futbol oynayanları takımların kazanmasını hiç istemem. Anti futbolun babası olarak gördüğüm İtalya ve ile son 10 senedir ortama duhul eden Yunanistan milli takımları turnuvalardan elenince acayip mutlu olurum.
***
Futbolda ve bizde emeğin çoktur Doğan Abi…
Hakkını helal et!