SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Celal Birsen'in Ardından

A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ

deybayah@gmail.com

 

1986 ortalarından beri iyi-kötü yazı yazan birisi olarak, yazı yazmanın en berbat yönü nedir diye sorarsanız, hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verebilirim:

Tanıdığınız, sevdiğiniz, saydığınız insanları kaybedip, hele bir de genç yaşta göçüp gitmişlerse, ardından birkaç satır karalamak zorunda kalmak…

Sevgili Celal Birsen gibi…

***

14 Şubat Cumartesi akşam saatlerinde bilgisayarı açıp malatyahaber.com’a baktığımda şok edici haberle karşılaştım. Haberin konulmasıyla internete bağlanmam aynı dakikalara denk gelmiş olacak ki, İsmet (Yalvaç) Abi telefonla aramaya fırsat bulamamıştı. O da acı haberi İlhan Kavuk’tan duymuş, hemen Suat’ı (Kozluklu) aramış, Suat büyük bir üzüntüyle hastanenin yolunu tutmuştu.

Yaklaşık 1 saat kadar sonra Fuat Kozluklu, haberi benden duydu. Daha doğrusu ben bildiğini sanıyordum, tesadüfen bahis açılınca benden duymuş oldu. Biz Malatya’da, onlar İstanbul’da olmasına karşın demek o telaşlı ortamda kimsenin aklına, kardeşi Suat’ın bile, Fuat’ı haberdar etmek gelmemişti.

Tam sayıyı kendisi de unutmuştur, onca ülke gezip, onca savaş ve ölüm görmüş sevgili Fuat ağlamaya başladı.

Ertesi gün sevgili başkan Hikmet Tanrıverdi’yi başsağlığı için aradığımda konuşacak halde değildi.

Nasıl konuşsun ki? Yıllardır tanıdığı, bildiği, kader birliği ettiği dostunu yitirmişti!

Eminim, Celal Bey’i tanıyan herkes benzer duyguları yaşadı, üzüldü, gözyaşı döktü.

***

İnsanlar, doğar…

İnsanlar, büyür…

İnsanlar, ölür…

Bu kadar basit mi? Belki evet, belki hayır…

Hepimiz, sahip olduğumuz bilgi, deneyim, felsefe hatta bir parça sezgilerimize, duygumuza dayanarak bu soruya farklı yanıtlar verebilir, farklı görüş ve bakış açıları getirebiliriz. Bu, apayrı bir tartışma konusu!

Ancak Celal Bey ve benzer karakter-özelliklere sahip insanların kaybının, ailesi, yakınları ve dostları kadar, ‘büyük insanlık’ adına, ülkemiz adına, Malatya adına büyük kayıp olduğunu, en azından kendi payıma, ileri sürmek istiyorum.

Merhum, 5 yaşında ailesiyle Pütürge’den İstanbul’a göçmüştür, doğal olarak fakir bir ailenin çocuğudur, çalışmış, çabalamıştır, tek tek şemsiye satarak işinde 1 numara olmuş, dünyanın neresine giderseniz gidin Celal Birsen markasını plajlarda görmüşsünüzdür, yanında şu kadar kişi çalışmaktadır, bu kadar cirosu vardır…

Bunların, küçümsemiyorum ama, bence hiçbiri o kadar da önemli değil. Çünkü bu tür başarılara ve daha büyüğüne başka insanlar da benzer veya başka yol ve yöntemlerle ulaşmışlardır.

Birçoğunuz gibi ben de Celal Bey’i Malatyaspor başkan vekilliği sırasında tanıdım. Sevgili Hikmet Başkan’ın yönetimlerinde ikinci adam olmasına karşın pek ön plana çıkmayan, fotoğraf karelerinde boy göstermeyen, konumları ne olursa olsun insanlara karşı gayet hoşgörülü, samimi, sıcak, alçak gönüllü yaklaşan, geldiği yeri çok iyi bilen, kendini kaybetmeyen ve genellikle gülen bir yüz…

Arşivimdeki birkaç fotoğrafa baktığımda gülen yüzüne ek olarak bir şey daha dikkatimi çekti. Öyle tören adamı, salon adamı olmayı hiç de umursamayan, düğün, eğlence ortamı varsa neşe dolu sesiyle herkesten çok bağıran, iş-güç kadar eğlencenin de hakkını veren bir insan…

Celal Bey gibi insanları Malatya, Malatyaspor sayesinde tanıdı. Malatya, bağrından bu tür insanların yetiştiğini, yetişebildiğini Malatyaspor’un onlara vitrin olmasıyla görebildi.

Daha sonra Celal Bey ve gibileri Malatyaspor’a vitrin oldular. Duruşları, kişilikleri, bulundukları noktayı hak ve hazmettiklerini her fırsatta göstermeleri, konuşmaları, tavırları ve ağızdan çıkan her lafı tartarak söylemeleriyle nasıl Malatyalı olunur, nasıl Malatyasporlu olunur demeyelim de (mesnetsiz ve desteksiz laflar bunlar; sonuçta herkes bir yerli ve/veya bir yere ait) nasıl adam olunur (zor iştir zor!), bunu gösterdiler.

Celal Bey’i tanımayanlar, konuşmasına ve yaptıklarına bakarak, anlı şanlı okulları bitirmiş olmasını beklerler, o gırgırına MIT (Amerika’daki Massachusetts Institute of Technology, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) der, ardından ciddileşip ilkokul mezunu olduğunu söylediğinde karşı taraf inanmazdı.

İnsanlar birikimli insan olmanın illa bir mezuniyet gerektirdiğine şartlanmışlardır; Celal Bey ve niceleri bu görüşün yanlışlığını kanıtlasa da…

Bu gezegen ki ne ilk, orta, lise, üniversite, yüksek lisans, mastır mezunu elemanlar gördü, iki eliyle tuvaletin deliğini bile tutturamayan…

Ne hazin ki doğdukları topraklara bir şeyler yapmak için yıllar sonra Malatyaspor sayesinde tekrar dönen bu insanlar, gün geldi, yine o topraklardan çıkmış, burnunun ucundan itibaren 3 metre ilerisini göremeyecek kadar sığ ufuklu 3 kuruşluk hesap sahiplerinin iftiralarıyla karşılaştılar.

Ve yine, Malatyalı ve Malatyasporlu oldukları için değil, adam oldukları için ses etmediler.

Hüzünlü bir Singing in the Rain

Yaşam bazen insanın önüne tuhaf tesadüfler çıkarıyor.

Celal Bey’in vefatını haber alır almaz haber sitelerine bakarken, rahmetlinin kurum sitesine bakmak da aklıma geldi. Yağmur Şemsiyeleri bölümünü tıkladığımda, siyah-beyaz bir fotoğraf, dar bir sokak, taş zemin, yan tarafta ‘Bırakın Yağmur Yağsın’ sloganı ve kulağa çok hoş gelen bir melodi…

Bu müzik neyin nesi diye araştırdığımda, sinema tarihinin klasiklerinden, 1952 yapımı bir müzikal olan Singing in the Rain’in aynı adlı muhteşem parçası.

Türkçeye tercüme etmek gereksiz ama Yağmurda Şarkı diyebilirsiniz. Türkçeyi çok şiirsel bulan ben, özgür bir şekilde, Yağmur Türküsü demek istiyorum.

Filmde, aktör Gene Kelly, sevgilisini kapıda uğurladıktan hemen sonra, duyduğu güzel sözler üzerine aşka geliyor, şakır şakır yağan, Malatya ağzıyla “çortundan boşalan”, yağmurun altında, elinde siyah bir şemsiye, takım elbisesi ve şapkasının ıslanmasına aldırmadan, coşkun bir mutlulukla bu türküyü söylüyor:

“i'm singin' in the rain / just singin' in the rain / what a glorious feeling / i'm happy again / i'm laughing at clouds / so dark , up above / the sun's in my heart / and i'm ready for love / let the stromy clouds chase / everyone from the place / come on with the rain / have a smile on your face / i'll walk down the lane / with a happy refrain / and singin' / just singin' in the rain

Dedik ya, türküler tercüme istemez.

Sadece “yağmurda türkü söylemenin muhteşem bir duygu olduğu, söyleyenin mutlu olduğu, tepesinde koyu bulutlar yükselse de kalbinde güneşin ve aşkın doğduğunu” anlattığını bilmek yeter.

İşini yağmurun bereketiyle kuran, aynı dönem yaşamış olsalar Gene Kelly’nin eline kendi yarattığı marka şemsiyeyi verip türkü söyletecek kadar ufka sahip sevgili Celal Birsen, yağmurlu bir günde aramızdan ayrıldı, yağmurlu bir İstanbul gününde, üstelik memleketi Pütürge’nin dağlarına da yağmurun bolca yağdığı bir günde, toprağa karıştı.

Singing in the Rain, bu kez mutluluğun değil, hüznün ve üzüntünün melodisiydi.

------------


Fotoğraflar: (En üstten itibaren) Bir Malatyaspor kongresi sonrası kulüp yönetim kurulu toplantı salonunda çekilip, kulübün resmi Internet sitesine konulan fotoğraf. Hemen altındaki fotoğrafta Birsen (sağda en başta) Malatyaspor yönetiminin bir sezon sonu düzenlediği eğlence gecesinde halay çekiyor. Tanrıverdi’nin hemen solundaki ise bu geceden birkaç ay sonra vefat eden, eski yönetim kurulu üyelerinden, işadamı Mehmet Ali Özdemir. 3. Fotoğrafta sağ baştaki Birsen, Belediye Başkanı Akın’ın da katıldığı, Malatyaspor mağazasının açılış töreninde. Diğer fotoğraflarda yukarıda belirtilen gecede çekildi. 4. Fotoğrafta Birsen, Tanrıverdi, MEV Başkanı Şaban Taçyıldız, Sanatçı Kenan Işık ve eski başkanlardan İlhan Kavuk ile halay çekiyor. Sondan ikinci karede birlikte oynadıkları kişi, genç yaşta aramızdan ayrılarak, benzer bir kaderi paylaştığı dostu-arkadaşı Mehmet Ali Özdemir. En son kare Malatyaspor'un bir sezon açılış töreninden.. Sol baştaki Celal Birsen, yanında Hikmet Tanrıverdi, sonra Nevzat Er, en sağda Dr. Hasan Hüseyin Şener..

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

Bülent Korkmaz yazıları