Barcelona'dan Esintiler Var, Ama Gel Gör ki..
A.D.Spor-EYMS maçı taktik unsurlar kadar, psikolojik boyutu ağır basan maçtı...
Bülent KORKMAZ
1990lı yılların sonuna yaklaştığımızda Malatya’da iki adet gazete çıkıyordu: Yeni Malatya ile bu satırların yazıldığı gün 44. yılını kutlayan Görüş. Renklerimiz siyah-beyaz; fotoğraf klişe denilen sistemle binde bir basılan bir şey; dolayısıyla görsellikten öte yazı ağırlıklı bir gazetecilik yapıyoruz. Daktiloda yazdıklarımız entertip makinelerde diziliyor; sonra baskıya geçiliyor vesaire. Yerel düzeyde televizyon ve radyo yayıncılığının olmadığını da anımsatmış olalım.
Teknolojide durum bu ama Malatya’nın siyaset ve futbol arenasında fırtına gibi estiği yıllara denk geldiğinden verdiğimiz haberler, yaptığımız yorumlar, tek haber kaynağı biz olduğumuzdan, dört gözle bekleniyor.
Bense bu ortamların “futbol gazetecisi”* olarak çalışmaktayım. Yazdıklarım pek bir şeye benzemese de, Malatyaspor haber ve yorumlarını okuyuculara ulaştırmaya, zaman zaman haddimi ve maksadımı aşan şekilde kamuoyu oluşturmaya çalışıyorum.
İşte o dönemde şöyle bir şey oldu:
Cemal İnan isminde bir çocukluk arkadaşım var. Arkadaşım diye söylemiyorum, tanıdığım en zeki insanlardan biri. Hayat şartları eskisi kadar birbirimizi görmemizi engellese de halen iyi arkadaşım; halen de zeki.
Cemal o yıllar 18-19 yaşlarında. Kâğıt-kalem kullanmadan denklem çözmek gibi bize absürt gelen işleri var. Üniversite sınavını Malatya birinciliğiyle kazanmış; Türkiye 100’üne girmiş; Ortadoğu Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünde de öğrenci. Futbolu seviyor, izliyor; o kadar ki “kalecinin kendi takım arkadaşı tarafından ayakla verilen pası eline alamayacağına” dair kural değişikliğiyle ilgili semineri izlemek üzere benimle Elazığ Sivrice’ye TFF eğitim toplantısına gelmişliği bile var.
Cemal bir gün – aradan onca yıl geçmiş, tam olarak ne dediğini aktarmam mümkün değil; özünü söylüyorum – dedi ki: Bilgisayarda yapılacak bir programlamayla maçlarda pozisyonun ofsayt olup olmadığı rahatça belirlenebilir. Bilgisayarda bunu yapmak çok da kolay. Yan hakemin hata yapma olasılığı da ortadan kalkar.
Dedi de, o tarihte bilgisayarı sadece televizyondan görebildiğimden ve bu alanda gördüğüm en ileri teknoloji hesap makinesi olduğundan pek bir şey anlamadım. Bir de bunu hakem cephesine sorayım dedim ve Cemal’in sözlerini dönemin futbol hakemi merhum Ramazan Kölük’e aktardım. Rahmetli birden celallendi, “Olur mu öyle şey? Hakemlik biter, hakemliğin anlamı kalmaz” dedi.
Ne diyeyim, sesimi çıkarmadım. Sonuçta ne hakemim ne bilgisayar mühendisi.
***
Adana Demirspor ile Yeni Malatyaspor arasında oynanan “hayati” maçı televizyondan izlerken yukarıda aktardığım anım aklıma geldi.
Maçı izleyenler bilir.
48.dakikada Pote topa vuruyor, Rahman Buğra sırtını dönüyor, kollarını saklıyor ama top gelip koluna çarpınca hakem Serkan Tokat penaltı noktasını gösteriyor. Penaltı atışı sonrasında ev sahibi takım 1-0 öne geçiyor.
Çok geçmeden YMS beraberliği sağlıyor. Derken ani bir atakta topa hareketlenen Amutu ceza alanında kaleci Fevzi Elmas’ın darbesiyle yerde kalınca hakem ikinci kez penaltıyı veriyor.
Net konuşayım: Şu an mesleğim futbol gazeteciliği değil ama zamanım varsa üst düzey futbol oynanan iki organizasyonu (Şampiyonlar Ligi ile İspanya Ligi) ile Evkur YMS maçlarını izliyorum. Futbol oyun kurallarında yapılan değişiklikleri eskisi gibi en ince detayına kadar takip edemesem de genel manasıyla az-çok biliyorum; bilmediğimi, tereddütte kaldığımı da bir bilene soruyorum.
Birinci penaltı bana kesinlikle penaltı gibi gelmedi. Bizim gençliğimizde zaten penaltı değildi de, acaba dedim kurallar mı değişti. Aydınlanmak için zamanında milli düzeyde hakemlik, MHK üyeliği yapmış dostlarımı-ağabeylerimi arayıp sordum.
Bu kaynaklardan aldığım cevap: Demirspor’un penaltısı penaltı değil; YMS’nin pozisyonu ise penaltı. Ayrıca ikincisinde kaleciye sarı kart gerekiyor. Hatta Fevzi hakeme eliyle “gözlük” işareti yapıp protesto ettiğinden ikinci sarının gelmesi gerekiyor. Başka bir faul pozisyonunda ise Amutu’nun ikinci sarı karttan kırmızı görmesi gerekirmiş.
Yanılıyor olabilirim ama ilk yarıda Eren Tozlu’nun kaleciyi geçip boş kaleye yuvarladığı pozisyon bana ofsayt gibi gelmedi.
Toparlarsak…
Futbolcu gol kaçırabilir, teknik adam yanlış taktik verebilir, yönetim paraları ödemeyip oyuncunun motivasyonunu patatese çevirebilir.
Bunlar, onların sorunu.
Ama hakemin hata yapmaması gerekiyor. Daha doğrusu “hakemin yaptığı hatanın telafi edilmesi” gerekiyor.
Hakemin hatasını, bilhassa oyunun sonucuna doğrudan etki edebilecek hatasını, düzeltmenin çaresi teknoloji desteğinde yatıyor gözüküyor.
Bu kapsamda video teknolojinin yaygınlaşması şart. FIFA bu konuda adımlar attı. 2012 yılından beri kullanılan gol çizgisi teknolojisi buna bir örnek. FIFA’nın bu hususlarda biraz tutucu olduğunu, teknolojiyi oyunun içine çok sokmak istemediğini, ayak sürüdüğünü biliyoruz ama gidişat bir gereklilik olduğunu göstermekte. İnce elesin-sık dokusunlar ama günümüz teknolojisi öyle akıl almaz hızla gelişiyor ki futboldaki hataları en seri şekilde ve oyunun ruhunu bozmadan düzeltmek mümkün olabilir.
Bunları ileri sürerken niyetimiz hakemleri günümüz futbolunu yönetmede yetersiz göstermek ya da “hakeme ne gerek var?” iddiasında bulunmak değil. Sadece şartların buna zorladığını anlatmaya çalışıyoruz çünkü:
Top çok hızlı ve yuvarlak olduğundan güvenilmez bir nesne; her an nereye döneceğini ne vuran ne karşılayan ne topun kendisi biliyor. Messi-Ronaldo gibi adamların ayağında/kafasında bazen fizik kurallarıyla açıklanamayan fenomenlere bürününce iş daha karmaşık haller alıyor.
Seyirci-medya-tokatçı gibi dış unsurların baskısı hakemin kafasını fazlasıyla karıştıran unsurlar.
Gördüğüm kadarıyla Papa hariç herkesin futbol konusunda fikri var.
Bazı takımların bazı oyuncuları iyi niyetli değil.
Hakem ise sadece bir insan. İnsan işte, bildiğiniz insan… Bizim yirmi sekiz değişik açıdan çekilmiş görüntülerden anlamaya çalıştığımızı onlardan saniyenin onda birinde anlamasını ve doğru karar vermesini beklemek ne adil, ne makul.
Dipnot düşmeme gerek var mı bilmiyorum: Tüm bunları söylerken Adana Demirspor-Evkur YMS maçı üzerinden konuşmuyorum. Bu maç sadece bir örnek vaka; benzer sorunlar her kategorideki maçlarda yaşanabiliyor.
***
Maça gelince…
Şampiyonluk veya daha pratik ve pragmatik bir ifadeyle “Süper Lig yolunda Adana Demirspor karşısında alınan 2-1’lik galibiyetin önemini, Boluspor maçının alınarak işi son haftaya bırakmamanın gerekliliğini” söylemek sözcük israfından başka bir şey olmayacak. Bunu yaparken öncelikle şart olan şeyin, futbolcu ve teknik kadrodan ziyade seyirci için söylüyorum, “sakin ve sabırlı olmak” olduğunu hatırlatalım.
Demirspor maçı taktik unsurlar kadar, belki ondan fazla, psikolojik boyutu ağır basan bir maçtı. Rakibinden daha kaliteli bir kadroya sahip, topu ayağında daha çok ve etkili olarak tutabilen, daha net pozisyonlara giren YMS hak ettiği bir 3 puanı aldı.
Kime ait olduğunu anımsamadığım (İngiliz futbol efsanesi Bobby veya Jack Charlton olabilir) bir futbol atasözü var: Futbolcular üçe ayrılır: Kaleciler, golcüler ve diğerleri.
Diğer mevkilerdeki oyuncuların emeğini inkâr etmek değildir bu laf; sadece “atanla-tutanın” futbol oyununda ne kadar tesirli olduğunu vurgulamaya yarayan bir ifadedir.
90+4 oynanırken kaleci Ertaç Özbir, Thiago’nun o şutunu çıkarmasaydı bugün şampiyonluk şarkılarının yerine en acılısından arabesk dinliyor olacaktık.
Ya da tersinden söylersek, biz “eski” Malatyasporluların unutamadığı Oktay Çevik veya Taner Demirbaş modelinde bir golcüsü olsaydı Evkur YMS’nin, beş hafta öncesinden İnönü Stadında piknik yaparak maç izliyor olacaktık.
İzleyebildiğim maçlarından anladığım kadarıyla YMS topla geriden çıkışta çok iyi. Ayağa pas yapmada, benzetmesi bile hoş, Barcelona’dan esintiler var. Gel gör ki top rakip ceza alanına taşınıp, iş son harekete geldiğinde bir tıkanma yaşanıyor. Son haftalarda forvetlerin yaşadığı ve yaşattığı gol kısırlığı buna eklenince YMS taraftarı için oyun basketbol maçı kıvamına dönüşüyor.
Yani son saniyede üçlük atıp kazanacak mıyız üçlük yiyip kaybedecek miyiz, bilemiyoruz.
Piyasada iş bitirecek golcü var mı, vardır.
Ama gerçekçi olalım: Parayla bu işler, hem de büyük parayla…
Mevcut yönetim üzerine alınmasın. Bu sorun Malatya futbol tarihinin kronik derdidir. Mali sorunun olmadığı dönemler çok az veya geçicidir. Maalesef Malatya futbolda kurumsallaşmayı, düzenli gelir kaynağı yaratmayı başaramamıştır. Bunun en canlı ve hazin öyküsü şu an amatör ligde oynayan, ilk göz ağrımız, asıl Malatyaspor’umuzdur.
Yarım asrı devirdik; memleket olarak bir kulübü idare etmeyi, sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde yaşatmayı başaramadık; beceremedik.
Bu takımın emeğinin boşa gitmeyip Süper Lige çıkmasını canı gönülden istiyoruz.
Ama giderken şu kronik dert arkada kalsa, -kötü hastalık geçirenlere geçmiş olsun manasında söylenen laftan esinlenerek- “görmemiş olsak” ne güzel olur!