Arslantepe'de Bir Öncü: Puglisi
Bu yazıyla Puglisi’ye bir Malatyalı olarak şükran borcumu ödemek istedim..
Bülent KORKMAZ korkmazbulent@gmail.com
Salvatore Maria Puglisi…
1912 yılında İtalya’nın Sicilya Bölgesi şehri Catania’da dünyaya geldi.
Küçük Salvatore’nin çocukluğu ve gençliği, o tarihe kadar insanlığın gördüğü en yıkıcı savaşa, savaşın bitiminde imparatorlukların dağılıp yeni devletlerin ortaya çıkışına, devrimlere, rejim değişikliklerine, beraberinde sosyal ve ekonomik krizlere tanıklık edecekti. Ancak, yaşadığı dünyanın kazanı nasıl kaynarsa kaynasın, her birey gibi o da kendine bir yaşam kurmayı hedefliyordu. Bu hayhuy içerisinde kendisini ileride parlak bir kariye taşıyacak yolun taşlarını döşemeye başlamıştı bile…
Roma Üniversitesinden mezun olduktan sonra Atina Arkeoloji Okulunda eğitimine devam etti. Ülkesine dönünce, 1940 yılında, Eski Eserler ve Güzel Sanatlar Dairesinde Yardımcı Denetçi pozisyonunda göreve başladı.
Dünyayı kasıp kavuran, milyonlarca insanın ölümüne neden olan 2. Dünya Savaşı cenderesi İtalya’yı da vurmuştu. Görevini bırakıp, İtalya tarihinde “1943-1945 Kurtuluş Savaşı” diye bilinen direniş hareketine katıldı. Hedef, Müttefiklerle birlikte ülkeyi Nazi işgalinden kurtarmaktı. Puglisi’nin savaştaki görevi mesleğiyle aynıydı: Sanat yapıları ve tarihi eserleri kurtarmak.
İsminin anlamı “kurtarıcı” demekti; isminin hakkını veriyordu.
Her an kör bir kurşuna kurban gidebilir, 2. Dünya Savaşında canını yitirmiş milyonlar arasında yer alabilirdi. Demek, yiyecek ekmeği, içecek suyu, bir de bulacak şeyleri varmış!
Savaşın bitiminde Roma’ya, daha doğrusu işinin başına döndü; akabinde Milano ve Pigorini müzelerinde Baş Denetçi olarak görev yaptı. Kariyerinde daha iyi bir noktaya gelmek amacıyla, ülkesinden uzağa, İngiltere’ye giderek Londra’da Arkeoloji Enstitüsünde bir yıl çalıştı. Londra’daki bu enstitü hatırı sayılır bir yerdi ama şöhreti bu enstitüden çok daha ileriye giden bir isim orayı yönetiyordu: Vere Gordon Childe.
Arkeoloji bilhassa 19 ve 20. yüzyıllarda altın çağını yaşıyordu. Toprağın altında binlerce yıldır uyuyan tarihin kayıp uygarlıkları, eserleri, çanağı-çömleği, dilleri, dinleri uyandırılıyordu. Mısır’dan, Irak’tan, Anadolu’dan, Afrika’dan eser, belge, veri yağıyordu. Bunların bir bölümü anlaşılabiliyor, bir bölümü çözülemiyor ama farklı disiplinlerin uzmanları neyin ne olduğunu anlamak için durmadan çalışıyordu.
Bunlardan biri olan Childe’in arkeolojik kanıtlar konusunda bilgisi eşi benzerine az rastlanacak cinstendi. Müzelerden, yayınlanmış ve yayınlanmamış kaynaklardan, yoğun seyahatlerinden hatırı sayılır bilgi toplamış; İngiltere Orkney’de kazdığı Neolitik dönem alanı SkaraBrae sayesinde saha bilgisine de hâkim olmuştu.
Childe, bu kanıt-veri-bilgi altyapısının üzerine kuramsal çatısını çatmaya başladı ve “Neolitik Devrim” ve “Kentsel Devrim” dediğimiz kavramı yarattı. Childe, tarih öncesi çağlarda avcılık ve toplayıcılık sayesinde karnını doyurup hayatta kalabilen insanoğlunun nasıl çiftlik toplumları oluşturup yerleşik düzene geçtiğini, devamında insanlık tarihinde o güne kadar görülmeyen nitelikte toplumsal örgütlenmeye giderek, köyler, kasabalar ve nihayet şehirler ile birlikte uygarlıklar kurduğunu açıklıyordu.
Puglisi, işte böyle bir dehanın öğrencisi olma fırsatını çok iyi kullanacak, mesleğinde ziyadesiyle yararlanacağı yöntembilim ile araştırmalarını nasıl yapılandıracağının bilgisine erişecekti.
İtalya’ya dönüşünde Eski Eserler ve Güzel Sanatlar alanında çalışmalarını sürdürecek; ülkesinin farklı yerlerinde ve sahada yoğun biçimde çalışacak, müzelerin yeniden düzenleme işlerini yönetecekti.
1942 yılından itibaren üniversitelerde ders vermeye başlamıştı. O yıl asistanlıkla başlayan serüveni La Sapienza Üniversitesinin, 1965 yılında, Paleetnoloji Profesörü olmasıyla taçlandı. Ulusal Arkeoloji Okulu ile Doğu Arkeoloji ve Etnografik Bilimler İhtisas Okulunda dersler veriyordu.
Direktörlüğünü yaptığı Roma Üniversitesi Paleetnoloji Enstitüsünü yapılandırıp, öğretim şekli ve özel disiplinleri oluşturdu. Avrupa Protohistoryası, Tarih Öncesinde (Prehistorik) Yakın Doğu ve Orta Doğu, Eski Yakın Doğunun Tarihi gibi disiplinlerdi bunlar.
1962 yılında Kökenler Müzesini yeniden düzenledi; müzeyle adaş olan Köken (Origini) isimli dergiyi kurdu. Eski uygarlıkların tarihöncesi ve protohistoryasını işleyecek dergiyi kurmak onun düşüydü; o kadar ki derginin kapağı, fontu ve tasarımına kadar her şeyiyle büyük bir özen ve tutkuyla ilgilendi. Puglisi’nin bilimsel bir inisiyatif hedeflediği Origini dönemin diğer İtalyan dergilerine alternatif olacaktı.
Çalışmaları kültür, kronoloji, ülkeler üzerine yoğunlaştı; kültürel dönüşüm süreçleri, doğal ve sosyal çevre arasındaki etkileşimi inceledi.
Yayınladığı eserler arasında başyapıtı 1959 yılında basılan Apenin Uygarlığı olarak gösteriliyor. Düşüncelerini ve çalışma yöntemini ortaya koyduğu eserinde Puglisi “biyolojik çevrelerin yeniden yapılandırılması, ekonomik veriler, yerleşim modelleri, imal edilen ürünlerin işlevi, etnoloji, antropoloji, ekoloji, dinler tarihi gibi diğer disiplinlerin araştırmalarda nasıl kullanılacağını” anlatıyordu. İtalya paleetnolojisi yıllarca Puglisi’nin modelini kullanacaktı.
Sardinya, Lombardiya, Marche, Lazio, Abruzzo ve Apulia’da araştırmalar; Marche’deki Conelli di Arcevia ile Apulia’daki Coppa Nevigata’da kazılar yaptı. Puglisi’nin çalışmaları ülkesiyle sınırlı kalmayacaktı. Bir İtalyan olarak Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’da kazılar başlattı. Mısır, Sudan ve Afganistan’da kazılarını devam ettirdi; bulgularını yayınladı.
1985 yılında Roma’da vefat etti. Ölümünden iki yıl sonra yaşam öyküsünü, bu öykünün içerisinde yer alan deneyimlerini ve gözlemlerini aktardığı kitabı Il Sentiero degli scarabei (Kınkanatlıların Yolu) yayınlandı.
Şahsen bu kitabı –henüz- edinme şansım olmadığı için, Puglisi’nin neden çocukluğundan başlayarak anlattığı yaşam öyküsüne bir böceğin adını verdiğini bilemiyorum. Mısır mitolojisinde kınkanatlı göksel döngü ve yeniden doğuşun sembolü olduğundan ve tanrı Khepri genellikle kınkanatlı veya kınkanatlı-insan başlı olarak tasvir edildiğinden esinlenerek mi yoksa başka bir şey mi?
****
Bütün bunlardan bize ne, kim bu Salvatore Puglisi diyebilirsiniz.
Puglisi, meslektaşı Piero Meriggi ile birlikte, bugünlerde yerel medyada sık sık haberlerini gördüğünüz, Orduzu’nun bahçeleri arasında yükselen Arslantepe arkeolojik alanında, 60lı yıllarda yaptığı kazı ve incelemelerle elde ettiği bulgular ışığında, büyük bir öngörüyle, binlerce yıldır var olan sahanın önem ve görkeminin adını aldığı aslan heykellerinden daha heybetli olduğunu fark eden, verileri doğru biçimde kuramsallaştıran ve belki de tepemizin bugünlere kadar gelmesini sağlayan bir bilim insanıdır.
Arslantepe’de, Hitit ve Geç Hitit yapıları 1900li yıllardan beri görülebiliyordu. Hitit sözcüğü o yıllarda büyülü bir sözcüktü. Anadolu’nun tarihin büyük uygarlıklarına ev sahipliği yaptığını; Mısır’la boy ölçüşen bir imparatorluk kurduğunu gösteriyordu. Bir Geç Hitit (Batı terminolojisinde Yeni Hitit) uygarlığı olan, Melid Krallığı, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan yüzyıllar sonra bugünün Malatya’sında kurulmuştu. Ancak, tarihte hiçbir şey aniden ve keskin bir şekilde tamamen terk edilmediği veya değişmediğinden, Hitit’in yönetim biçimi, hukuku, sanatı, kültürü, efsaneleri Melid Krallığında yaşamaya devam etmişti.
Melid, M.Ö. 732’de Asur Kralı II. Sargon tarafından yıkılıp imparatorluk topraklarına katılacaktı.
1961’de başlayan Puglisi ve Meriggi kazıları Geç Hitit’ten neredeyse 2200-2500 sene geriye giderek, şehir devletlerinin kuruluş nüvesini teşkil eden (proto-urban) yapıları, bulguları tespit etti.
Puglisi’nin Arslantepe’de ortaya çıkardıkları, tarihte yeni bilgileri ortaya atan şahsiyetlerin bu gelişiminde rol oynayan etkenlerin neler olabileceğine dair ipuçları içeriyor. Köklü kurumlarda alınan eğitim (Roma’da lisans, Atina Arkeoloji Okulu, Londra Arkeoloji Enstitüsü), alanın en iyilerinden alınan dersler ve esinlenme (Gordon Childe) ve sahada yapılan çalışmalar sonucu elde edilen kuramsal birikimin uygulamaya geçirilmesi.
Arslantepe’yi böyle bir vizyonla yorumlayıp araştırmaları başlatmak, devamında çalışan Alba Palmieri ve Marcella Frangipane başkanlığındaki ekiplerin bugünkü sonuçlara ulaşmasına büyük katkı sağlamıştır.
****
Arslantepe, modern insanın tarihini anlayabileceğiniz, algılayabileceğiniz canlı ve dramatik bir örnektir. Halen üzerinde yaşadığımız kadim toprakların günümüzden beş bin- beş bin üç yüz yıl önce dünya tarihinin ilklerinden birine tanıklık ettiğini, Mezopotamya, Kafkaslar, Kayseri Kültepe ile ticari ilişkilerini Arslantepe kazılarından anlayabiliyoruz.
Tarımı başlatıp yerleşik düzene geçen, önce köyler, sonra kasabalar, şehirler-şehir devletleri derken imparatorluklar kuran, belki yarın öbür gün Mars’ta organik tarıma geçecek insanın öyküsü hep Arslantepe gibi yerlerde başlamıştır.
Kuşkusuz yerleşik düzene geçildikten sonra ortaya çıkan yönetim yapılarını gösteren sayısız höyük vardır. Arslantepe “devlet olgusunun, idaresinin, bürokrasinin, sınıflı toplumun, para yerine kullanılan emeğin ürünle ücretlendirilmesinin, metalürji ve silahlı kuvvetlerin” ortaya çıkışını ilişkin özgün kanıtlar içeriyor. Devletin varlığını gösteren, idari amaçlarla kullanılmış kerpiç saray yapısı ve arsenik-bakır alaşımlı ve kabzası gümüş süslemeli kılıçlar ile mızrak uçları şu ana kadar dünyada bulunabilmiş en eski örnekler.
Başka yerlerde de bunlardan olmalı; ama bir şekilde (doğal sebepler, savaşlar gibi) yok olmuş veya metallerde olduğu gibi geri dönüşüme uğramış olmalılar.
Arslantepe’nin bugünkü görkemli yapısıyla 5000-5300 sene sonra karşımıza çıkmasını bir felakete borçluyuz: Yangın. Sebebini asla bilmemiz mümkün gözükmüyor ama ya dışarıdan gelen kavimlerin baskısıyla ya da düzeni kurup üretimin “aslan payını” kendisine ayıran ve halkı kuru ekmeğe talim ettiren yöneticilere karşı çıkan bir ayaklanma sonrası isyancılar burayı yakıp yıktı. Bu yangının izlerini saray duvarlarında belirgin biçimde görebiliyoruz.
Saray kompleksinin duvarlarından birine tasnif edilerek atılmış binlerce “kırık” kil mühür baskı da ilginç bir olguyu ortaya koyuyor: Mühürlerin tasnifi bunların 220 tür olduğunu gösteriyor. Büyük olasılıkla her görevli veya amelenin mührü farklıydı. Her mührün üzerindeki motif farklı bir resim içeriyor (av sahnesi, aslan motifi vb). Mührü, imza olarak düşünmek gerekiyor çünkü yazı o tarihlerde sadece Sümer’de vardı ve “teknoloji” şimdiki gibi hemen alınabilen bir şey olmadığından, Anadolu’ya ulaşması birkaç bin yılı bulacaktı. Emeğin karşılığı mühür baskı kırılıp veriliyordu; muhtemelen bir alan bir daha almasın diye! Dolayısıyla mühür, imza vasfının yanı sıra, makbuz yerine geçmiş oluyordu.
Arslantepe, kuru kuruya düzenden ibaret değildi; sanat da vardı. Kerpiç saray yapısının duvarı ile depolarda ortaya çıkarılan, aşı boyasıyla yapılmış, bezemeler ve diğer şekiller, artık göze mi benzetirsiniz baklava dilimine mi, insanın var olduğu günden beri soyut düşüncenin, sanatın var olduğunun kanıtı.
Anlayacağınız, 2014 yılında onu geçici kültür mirası listesine alan UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü), listeye alış ölçütündeki ifadeyle, “seçkin evrensel değere” sahip bir mekândır.
Malatya şehir merkezine sadece 7 kilometre mesafede, bir araçla 10-15 dakikada gidip gezebileceğiniz Arslantepe hakkında çok daha uzun şeyler yazılıp, söylenebilir.
Bu yazıyla “Arslantepe fikrinin oluşmasına” büyük katkı sağladığını düşündüğüm Salvatore Puglisi’ye bir Malatyalı olarak şükran borcumu ödemek istedim.
____________________________________
Kaynakça: Puglisi’nin özgeçmişine ilişkin bilgileri İtalyan Üniversite Müzeleri Dairesinin Internet sitesinden derledim. (http://www.retemuseiuniversitari.unimore.it/site/en/home/stories/salvatore-m.-puglisi.html). Gordon Childe’a ilişkin kısa bilgiyi BBC’nin tarihi şahsiyetlerle ilgili sayfasından (http://www.bbc.co.uk/history/historic_figures/childe_gordon.shtml) aldım.
Not: Yazarken elimden geldiğince Türkçe veya köken yabancı olsa da Türkçeleşmiş sözcükleri kullanmaya özen gösteririm. Ancak bazı sözcüklerin Türkçesini bulmak veya Türkçede tam karşılığını vermek mümkün olmayabiliyor. Bu nedenle yazıda kullanılan birkaç terimle ilgili şu notu düşmek isterim:
Paleetnoloji (Paleoentnoloji de olabilir), erken dönem tarih öncesi insanın etnolojisini inceleyen bilim dalı. Etnoloji ise “eskimiş” anlamıyla insanların ırk, köken, ilişkiler ve özellikleri bakımından dağılımını inceleyen bilim dalı. Çağdaş anlamıyla etnoloji kültürlerin karşılaştırmalı ve analitik incelemesini yapan kültürel antropolojinin bir kolu. (Merriam Webster Sözlüğü).
Antropoloji ise insanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim, insan bilimi (Türk Dil Kurumu Sözlüğü).
Prehistorya (tarih öncesi) denilince genel olarak yazının icadından önceki tarih anlatılır. Protohistorya, kayıtlı yani yazılı tarihin öncesi ile prehistorya arasındaki döneme işaret eder.
Anlayacağınız bu güzel meslekler bizim kültürdeki kız isteme çalıştayı sırasında “eee oğlunuz/kızınız ne iş yapıyor?” sorusuna rahat cevap verilecek türden değildirler.
Fotoğraflar: 1. ve 2. fotoğrafta Puglisi kazı evinde görülüyor. 3. fotoğrafta kazı ekibini arka plana alacak şekilde 60 model “özçekim” yapmış. 4. fotoğrafta kazıların başlangıcından kalma ve burada zaman içerisinde kazılara başkanlık eden üç isim bir arada görülüyor. Bu fotoğrafta ayrıca muhtemelen Arslantepe’ye ilk kazmalardan birini vuran Orduzulu amca ağzında piposuyla hoş bir görüntü vermiş (görüntü hoş, tütün kötü; içmeyin).
Bu arada İtalyan heyetinin kazılar başladığı günden beri sadece Orduzu’dan işçi istihdam ettiğini belirtelim.
Yayın Hakkı: Fotoğrafların yayın hakkı La Sapienza Üniversitesi İtalya Doğu Anadolu Arkeolojik Kazı Heyetine (Missione Archeologica Italiana nell’Anatolia Orientale, Sapienza Universita di Roma) ait olup, Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Marcella Frangipane tarafından, sadece bu yazıda kullanılmak üzere izin verilmiştir. Başka mecralarda kullanılması yasaktır.
Bu yazıya katkılarından dolayı Prof. Frangipane ile arkeolog arkadaşım Cem Kaya’ya teşekkür ederim.