"Bir Meyveden/ Ağaçtan Daha Fazlası"
Bülent KORKMAZ
korkmazbulent@gmail.com
2007 yılı Haziran ayının sonlarıydı, işyerime Şire Pazarında esnaf olduğunu belirten iki beyefendi ile sarışın, renkli gözlü bir hanımefendi geldi. Gelenlerin hiçbirini tanımıyordum ama kadın hiç de yabancı değildi, defalarca gördüğümden emindim de, nerede? Tanışınca anlaşıldı ki, misafirimiz uzun yıllar BBC World kanalında haber sunuculuğu yapmış Anita McNaught idi. Yıllarca onu haber sunarken izlemiştim. Şaşırdım haliyle, ne işi vardı Malatya’da? BBC’den ayrılmış, serbest gazeteciliğe başlamıştı, yerel mutfak kültürü-yemekleri üzerine bir yazı hazırlayıp, anlaştığı mecralarda yayınlatacağım diye yollara düşmüştü. Gele gele Şire Pazarında İngilizce konuşan kayısı tüccarı arkadaşları bulmuş, onlar da yol yordam göstereyim diye yanıma getirmişlerdi.
Anita Ablamızla o lokanta senin, bu fırın benim dolaşmaya başladık, gıda üretimi yapan fabrikalara gittik. Türkiye’nin neresine gitseniz sunulan klasik yemekler üzerine değil, yerel yeme içme kültürünü yansıtan gıdalara odaklanıyordu. Elbette mesele kayısıya geldi, kayısıdan da kayısı sektöründen de anlamam etmem, o konuda kimden bilgi alacaktık, bilen birine sormam lazım, aklıma değerli ağabeyim, gazeteci Yaşar Karaaslan geldi. Telefonla ulaşıp durumu açıkladığım Yaşar Abi, Bayram Murat Asma’ya gitmemi önerip ekledi:
“… Hem Bayram Hoca yüz ağartır”.
İsmini duymuştum, gazetelerde birçok yazısını, haberini okumuştum ama kendisiyle tanışmak kısmet olmamıştı. Bir taksiyle kalktık, gittik, selam sabah, o dönem görev yaptığı İnönü Üniversitesindeki odasında çayımızı-kahvemizi içip yola koyulduk. Kayısı koleksiyon bahçesini gezdik, dünyanın her bir tarafından getirilmiş ağaçlarda yetiştirilmiş kayısıların tadına bakarken Bayram Hoca anlatıyor, söylediklerini, İngilizceye çeviriyordum. Eski Malatya’da bulunan araştırma istasyonunu, bahçeleri de gezerken, bir Malatyalı olarak, bizim mişmiş dediğimiz bu leziz meyve hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğime ilişkin farkındalığım pekişti.
FOTO: Asma, Gazeteci Anita McNaught ile
Sağ olsun, ziyaretimizin sonunda, şehirle sembolleşmiş meyve hakkında bilgi edineyim diye yazmış olduğu 5 kitabı hediye etti.
İşte, o tarihte doçent olan, Profesör Doktor Bayram Murat Asma ile ilk tanışıklığımız taaa İngilterelerden kalkıp gelen Anita Ablamızın sayesinde oldu sayın seyirciler…
Kayısı Ağacından Hikayeler
Asma, bizim Aşağı Şeher, yani Eski Malatya doğumlu. Bir zamanlar Malatya’nın en gözde eğitim kurumlarından Ziraat Okulunu bitirdikten sonra Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümünde lisans, aynı üniversitede yüksek lisans, Yüzüncü Yıl Üniversitesinde doktorasına yapmış, Tarım Bakanlığında 8 yıl çalışıp İnönü Üniversitesi Biyoloji Bölümüne, ilerleyen yıllarda Ziraat Fakültesine geçmiş, 2013 yılından bu yana profesör. Ziraat Fakültesi sonradan kurulan Turgut Özal Üniversitesi bünyesinde kaldığı için halen bu üniversitede görev yapıyor.
Kendisini ilk tanıdığımda izlenimim “işini çok seven birisi” oldu. Yanılmamışım! Şahsi tanıklıklarımın yanı sıra mesleki özgeçmişine baktığımızda da bunu anlıyoruz. Sayısız projede çalışmış, Çin’den Şili’ye, Fransa’dan Azerbaycan’a, İran’dan Macaristan’a, kayısı aşkına, birçok ülkeye seyahat etmiş. 1999 yılında bir proje kapsamında Dilbay ve Eylül adını verdiği 2 kayısıyı ıslah etmeyi başarıp ülke tarımına kazandırmış.
Meslekteki ömrünü tamamen kayısıya adamış; bu konuda yazılmış, yayınlanmış sayısız makalesi, 13 kitabı var. 2021’de Türkçesi, bir yıl sonra İngilizcesi yayınlanan Malatya Kayısısı kitabı İsveç’in Umea şehrinde düzenlenen Gourmand World Cookbook Awards 2023 yarışmasında meyve kitapları kategorisinde birincilik ödülü aldı.
2024 Ağustos’unda Asma’nın son kitabı yayınlandı: Kayısı Ağacından Hikayeler. Bu yazıların önemli bir bölümü geçmişte gazetelerde, web sitelerinde yayınlanmıştı ama bir kitap olarak, elbette eklemeler de yapılarak, bir araya getirilmesini çok önemli buluyorum.
Çünkü…
Bu kitap yazarın başka kitaplarına benzemiyor. Bir meyve üzerine bu içerikte yazılmış başka bir kitap var mı, kesinlik içeren bir cevap veremem ama, bir meyve hakkında böylesine farklı yönleriyle yazıların yer aldığı bir esere emek verildiğini, yayına dönüştürüldüğünü görmedim.
Üç bölümden oluşan Kayısı Ağacından Hikayeler kitabının 263 sayfası Asma’nın yazılarından oluşuyor, geri kalanı yazarın çalışmaları ve eserleri hakkındaki değerlendirme yazılarını içeriyor, kendisiyle yapılan röportajlar ve gazete-dergi haberleri, ıslah ettiği kayısı çeşitleri, çeşit adaylarına ilişkin kısa bilgi ve fotoğraflarla devam edip 449 sayfada sonlanıyor. Gazete-dergi yazılarının içerisinde, yazıyı kaleme alana, soruyu sorana ve Asma’nın buna cevaplarına bağlı olarak kitabın içeriğini destekleyici, zenginleştirici bilgi, bakış açısı yer alıyor, eleştiri ve öneriler ortaya konuyor.
Elbette kayısı yetiştiriciliği, kükürt sorunları, ilaçlamanın nasıl yapılacağı, meyve ve ağaca musallat olan hastalıklar, hangi gübrelerin hangi ağaçlara verilmesi gerektiği, ekonomik değeri, dünya kuru kayısı piyasasında Malatya’nın hakimiyeti, ıslah projeleri, “her canlı gibi ontogenisi sırasında filogenisini tekrarlaması” (“katranı kaynatmakla olur mu şeker, cinsini sevdiğim cinsine çeker” vecizemizin bilimsel ifadesi), iklim değişikliğinin ağaç ile ürünü nasıl etkileyeceği, ağaca kurak geçen yıllarda hangi ay gazel ve kar suyu verilmesi gerektiği gibi birçok teknik konuda yazılar var.
Farkıysa…
Yazarın önsözüne “kırk yıl boyunca büyük bir istek ve sevgiyle üzerinde çalıştığım meyvelerin en güzeli, en tatlısı Malatya kayısısına” diyerek adadığı kitap, kayısının Malatya şehrinin değişimi sürecinde ekonomisine, sosyo-kültürel yapısına etkisini, Malatyalıların daha önce neden başka bir ürünle geçim sağlarken daha yoğun biçimde kayısıya yöneldiğini de anlatıyor. Kayısının Türkiye ve dünyadaki serencamı kitapta yer alan yazılar arasında. Asma, mesleki amaçla gidip gördüğü ülkelerde yaşadıklarını bir gezi yazarı gibi kaleme almış, o coğrafyalardan ilginç meyvecilik ve insan öyküleri aktarıyor. Gezilip görülen yerlerde tanışılan, bilgi alışverişinde bulunulan insanlar deneyimlerini anlatıyor, ne yapmamız veya yapmamamız konusunda, kulağa küpe öğütler veriyor.
Asma, bazen bir yazıyla bazen satır aralarında Malatya kayısısının nasıl daha değerli bir ürün haline getirilip şehir ekonomisine katkı sağlayacağı, ürünü bekleyen tehlikelerin ne olduğunu yazıyor, öneriler getiriyor, uyarılarda bulunuyor.
Burada kitabın özetini yapacak değilim, dileyen edinip okuyabilir ama okumalarımdan çıkardığım bazı notlara dayanarak birkaç satır aktarmak, ekler yapmak istiyorum.
Mişmiş Coğrafyası
1941 yılında toplanan Birinci Coğrafya Kongresi’nin Türkiye’yi coğrafi olarak 7 bölgeye ayırdığını biliyoruz. Ancak doğanın kendi kafasına göre bir coğrafyası vardır, bizim belirlediğimiz sınırları umursamaz. Avrupa Birliğinden coğrafi işaret alan Malatya Kayısısı, hemen yanı başında bulunan ve başka illere bağlı ilçelerde de yetişir. Bu ilçeler Baskil (Elazığ), Elbistan (Kahramanmaraş), Gürün (Sivas), Gölbaşı’dır (Adıyaman). Bu illerin başka ilçelerinde ciddiye alınacak bir kayısı üretimi var mıdır, hayır. Anlayacağımız, kayısı ezici çoğunluğu Malatya sınırları içerisinde olmakla birlikte, periferiyi içine katarak kendine ait bir hükümranlık alanı yaratmıştır.
Çeşit Sayısını Azaltan: Talep
Amerikalı bilim insanı ve yazar Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik kitabının bir yerinde, “dünyada 200 binin üzerinde çiçek açan, yani tohumlu, bitki bulunduğunu, doğada olanlardan birkaç binini yiyebildiğimizi, birkaç binin arasında sadece birkaç yüzünü evcilleştirilebildiğimizi ama şu anda sadece bir düzine bitkinin tüm tarımsal üretimimizin yaklaşık %80’nini oluşturduğunu” yazar (2019, Vintage Classics, İngilizce son baskı). Hepimizin aşina olduğu, mutfağımızdan eksik olmayan buğday, mısır, pirinç, arpa, baklagiller, soya gibi ürünler üretimde başı çeker.
Temel sebebi basittir: İnsan, Göbeklitepe yakınlarındaki Karacadağ civarında ilk siyez buğday tohumunu evcilleştirme amaçlı ekime aldığından (yabani veya evcil siyez tohumlar bizim Caferhöyükte’de de bulunmuştur) bu yana her zaman bol ürün alabileceği bitkileri ve/veya türleri, cinsleri tercih etmiştir. İş karın tokluğundan çıkıp ticarete evrildiğinde haliyle, sadece iyi ve kaliteli ürün yetiştirilmeye değil müşterinin tercihine de odaklanılmıştır.
Kayısı meyvesi bu değişmeyen, baskın “kültürün” dışında kalamıyor. Tüm dünyada 1750 tür kayısının varlığından bahsedilirken ciddi manada yetiştiriciliği yapılan 10 kadar meyve çeşidi var. Zamanla diğer kayısılar belki unutulup gidecek, kökü ortadan kalkacak ama bundan dolayı üreticiyi suçlayamazsınız; herkes ekmeğinin peşinde, zaten ekiminden hasadına kayısı dünyanın en zor işlerinden, para etmeyecek ürüne çiftçi neden yatırım yapsın ki?
Islah Edenler
Buna rağmen değişen dünyanın değişen müşteri yaratacağını düşünen ülkeler kayısıda ıslah projelerine kafa yoruyor, emek ve para harcıyor. Asma, Fransa’da yaşadığı bir anısını aktarırken ıslahçılığın ne kadar önem arz eden bir iş olduğunu anlıyoruz.
Meslektaşları profesörler Ergün Doğan ve Joanne Cross ile Fransa’da Escande Fidancılığı ziyaret edip bilgi almak istiyorlar. Adının fidancılık olduğuna bakmayın, büyük bir tarımsal ürünler üreticisi, yanlarında yüzlerce işçi-uzman çalışıyor. Araya başka bir meslektaşları Jules Janick’i koyarak zor-bela randevu alıyorlar. İlk buluşmada fidancılığın sahibi Benoit Escande, 20-25 dakikadan fazla zaman ayıramayacağını söylüyor, rica-minnet bu ‘akis adam’ ikna edilip birkaç saat gezme-görüşme zamanı koparılıyor.
FOTO: Asma, Fransız fidancı, ıslahçı firmanın sahibi Benoit Escande ile
Dedesi ve babası ıslah işine ömür verip başarılı olamamış Benoit, Amerika’ya gidip bu işin ameleliğini yaparak ıslahı öğrenmış, deneyim edindiği süreçte ilk iki kuşağın hatalarından ders çıkarmasını da bilmiş. Asma’nın iş birliği teklifi üzerine Benoit Beg “…kayısı poleni göndereyim, hangi çeşitleri melezleyeceğinizi söylerim, ancak geliştirilecek kayısı çeşitlerinin Avrupa ve Ortadoğu’da ıslahçı hakları bana ait olacak” cevabını veriyor. Bizimkiler sevinerek “tamam kabul” diyorlar ama adam bu kez gülerek “şaka yaptım, iş birliği filan yok, siz de benim gibi çok çalışın, kendi ıslah hikayenizi kendiniz yazın” karşılığını verince biraz önceki sevincin yerini hüzün kaplıyor.
Kitapta, sadece Malatya değil Türk kayısıcılığına, ıslahına büyük emeği geçmiş, öğretmiş, bildiklerini paylaşmaktan imtina etmemiş, Malatya’nın bahçelerinde çiftçilere daha iyi üretim için neler yapılması gerektiğini anlatmış, Arapgirli, Ziraat Yüksek Mühendisi Ruhi Kadıoğlu’na (1935-2011) özel bir bölüm ayrılmış; “ustaya” saygı gösterilmiş.
Eserin başka bir bölümünde Rus agronom, genetikçi ve botanikçi Nikolai Ivanovich Vavilov’un ismine rastladım. O da apayrı bir saygıyı hak ediyor.
Vavilov’un kuşkusuz Malatya’yla, Ruhi Kadıoğlu’yla, kayısıyla alakası yok ama onun trajik biçimde sonlanan yaşamına ilişkin hazırlanan Cosmos belgeselinin sonunda sunucu Neil deGrasse Tyson’un “bugün karnınızı doyurduysanız bunu Vavilov’a borçlusunuz” mealindeki lafı kulağımda çınlamaya devam ettiği için onu da anmak istedim.
Tüm hayatını dünya nüfusunu doyuran, başta buğday ve mısır olmak üzere, tahıl ürünlerinin araştırılması ve ıslahına harcayan Vavilov’un uğradığı siyasi zulmün yol açtığı kötü beslenme ve yaşam koşulları nedeniyle hayatını kaybetmesi ne acı ironi.
Bugün Malatya’da kayısısı olan, kayısıdan ekmek yiyen herkes Ruhi Kadıoğlu gibi bilim emekçilerine minnet borçludur.
İklim Değişikliği ve Rakip Ülkeler
İklim değişikliğinin ne olduğunu burada yazmaya gerek var mı? Yaşıyoruz zaten. Kayısının bu değişiklikten etkilenmemesi mümkün değil. Bayram Hoca, 2010’lardan itibaren kayısı yetiştiriciliğinde iklim değişikliğinin ne gibi tehlikelere yol açacağını belirten yazılar kaleme alıyor, demeçler veriyor; kitap bize bu hayati konuları tekrar hatırlatıyor.
Malatya kayısısı dünya şampiyonu, ondan daha lezzetlisi yok, kurutmalığına rakip çıkamıyor; bu olguya itiraz edebilecek kimse yok! Elma, şeftali, eriğe göre kayısı kuraklığa daha dayanıklı bir meyveymiş, sanki bu da avantaj ama sıcaklık aşırı artınca, terlemeyle birlikte yetersiz sulama kayısı ağaçlarını etkileyemeyecek mi? Mutlaka etkileyecek.
FOTO: Asma, Çinli Profesör Liu ile kayısı anıtı önünde
İklim değişikliğiyle eşzamanlı olarak kayısı üreten özellikle Özbekistan, Tacikistan, İran ve Çin’deki gelişmeler, çalışmalar Malatya kayısısına rakip olacak gibi duruyor. İşçiliğin ve maliyetin Türkiye’ye göre daha düşük olduğu ülkelerde, Malatya kayısısı kadar olmasa da ona yakın kalitede meyve üretimi yapılabilirse bizim ürün ucuza gitme tehdidiyle karşı karşıya kalamaz mı? Anladığım kadarıyla böyle bir risk var.
Asma, kitabın bir yerinde “Şampiyon olmak zordur, şampiyon kalabilmek daha zordur” diye yazmış. İngilizcede bir ifade vardır, sporda bir önceki şampiyona “defending champion” derler. Özgür çeviriyle son şampiyon diyebilirsiniz ama defending sözcüğü aslında savunan demektir. Yani rakibi küçümserseniz, defansı sağlam kurmazsanız, orta sahadaki oyuncularınız bloklar arasında bağlantıyı iyi kurup oyunu yönlendiremezse, yakaladığınız fırsatları değerlendiremezsiniz, bir bakarsınız golü kalenizde görmüşsünüz, şampiyonluk uçup gitmiş.
Geziler
Asma’nın yaptığı gezilere ilişkin kaleme aldığı yazılar beni en çok duygulandıran bölüm oldu. Farklı kültürler, insanlar, coğrafyaları görmeye bayılıyorum, son yıllarda bir yerlere gidemesem de, elimden gelse eve girmeden gezegeni dolanıp durmak isterim, belki bu nedenle gezilere ilişkin bölüm ilgimi çekti, bilemiyorum.
Neler mi yazıyor, okuyun görürsünüz.
Haşhaşa Yasak Gelince
Malatya’nın dünya kayısı piyasasına hakimiyetinde siyasi bir kararın etkisi var. 20. yüzyılın başlarında dünya kuru kayısı üretim ve ihracatında ABD’nin liderliği söz konusuymuş. Örneğin, Büyük Buhran diye bilinen, 1929 Amerika çıkışlı, dünyada birçok ülkeyi tarumar eden ekonomik krizin dumanının tüttüğü 30’lu yıllarda California Eyaleti 27 bin ton kuru kayısı üretirken, Malatya 700-800 ton civarında malı piyasaya sürebiliyormuş.
Ne oluyor da Malatya dünya kayısı piyasasında üretimde öncülüğü ele geçiriyor?
1971’e gelene kadar Malatya’nın tarımdaki en önemli geçim kaynaklarından birisi haşhaş idi. Beslenmede, tıpta, sanayide kullanılan, haliyle ekonomik değeri yüksek bir ürün olan haşhaş maalesef uyuşturucu olarak da tüketildiğinden, artı o dönem müşterisinin çoğu Amerikan vatandaşları olduğundan, ABD hükümetinin baskısıyla 71’de Türkiye haşhaş ekimini yasakladı. Yasak uygulamaya sokulduğunda 12 Mart darbesini yapan askeri hükümet iş başındaydı. Amerika’nın karşı çıkmasına rağmen Bülent Ecevit hükümeti 1974’te belli bölgelerde, sınırlı, kontrol altında haşhaş ekimine izin verdi ama Malatya artık liste dışı kalmıştı.
FOTO: Asma, Şili’nin Salamanca şehrinde yaz budamasının nasıl yapıldığını gösterirken
Çok şükür (!) o gün bu gündür ne Amerika’da ne Türkiye’de kimse uyuşturucu kullanmıyor; sorun kökten çözüldü. Siz uyuşturucu kullanımına neden olan sosyo-ekonomik-kültürel-ruhsal etkenleri ortadan kaldırmazsınız, istediğiniz kadar yasak getirin bu belanın yol açtığı sorunları çözemezsiniz. Adam kafaya koydu mu, işin içinde bu kadar büyük para da varsa, lahana sapına kokain aşılar, yine o zıkkımı üretir.
Konuyu dağıttık ama…
Haşhaş yasaklanınca Malatyalı, zaten yüzyıllardır bildiği, kayısı tarımına ağırlığı verir. Malatya aslında dünyanın en lezzetli meyvelerinin yurdudur; üzümü, cevizi, kirazı, elması, ne yetişiyorsa lezzetine diyecek yoktur ama kayısı başkadır, eşsizdir, emsalsizdir. İşte bu avantajı kullanır, ovanın buğday ve arpa tarlaları zamanla kayısı bahçelerine dönüşür. Yaşı uygun olanlar bilir, farklı on yıllar içerisinde Malatya’nın havadan çekilmiş fotoğraflarından da görülebilir, kayısının ovaları-dağları yoğun biçimde kaplaması seksenli, doksanlı yılları bulmuştur.
Zurnanın Zırt Dediği
Kayısı üzerine kafa yoran birçok insan, üretici, ürünün hak ettiği değeri bulmadığını söyler durur. Dünyada lezzetinin karşılığı olmayan, Avrupa Birliğinden şahadetnameli, İngiliz şair John Ruskin’in “altın kadifede saklı tatlı bir ışıltı” (a sweet brightness of golden velvet) diye övdüğü meyvenin Malatya ekonomisine katkısı yüz milyonlarca dolarla ölçülüyor ölçülmesine ama 1) daha fazlası neden olmasın? 2) yurt içi ve dışında aracılar, yurt dışında süpermarket zincirleri değil de kayısı emekçisi üreticiler neden daha fazla kazanmasın soruları sergenin üzerine yayılmış, çözüm bekliyor.
Bugüne kadar bunun neden olmadığının cevabını satır aralarında fark edebiliyoruz. Bu “Malatyalılıktan” kaynaklanıyor. İki kişinin bir araya gelip de doğru dürüst bir iş göremediği “Malatyalılık” var ya, işte ondan. Yetmişli yıllarda İl Özel İdaresi öncülüğünde Kayısı Kurutma ve Pulp Fabrikası (Kay-Kur) kurulmuş. Arkası kiraz bahçesi! Seksen, doksanlardaki Kayısı Birlik de öyle. Bu tür kurumları kurmak kolay ama devamında niyet halis olmayınca, buralarda iş başına gelenler ya liyakatsiz veya hem liyakatsiz + kötü niyetli olunca, doğru düzgün adamlar da, “kör şeytana lanet” diyerek uzak durunca örgütlü güç memleketin sırtında örgütlü yüke dönüşüyor.
Bazılarımızın kötü bir huyu var: Her işi kolay zannediyoruz, sadece bakarak, birileri yapıyor öyleyse ben de yaparım diyerek balıklama atladığımız işler var. Bir şeyi sadece gördüğü için yapabileceğini sananlar var (Messi’nin attığı frikiği sadece televizyondan izleyip “anlayabildiği” için Messi gibi frikikten gol atacağını sanmak şeklinde düşünün). Türkiye’nin tarım alanında etkin ve yetkin kalemlerinden Ali Ekber Yıldırım, tarımın binlerce yıldır yapılıp da halen becerilemeyen bir iş olduğunu söyler ya, bu biraz odur işte!
FOTO: Malatya Turgut Özal Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Asma kitabını Rektör Prof. Dr. Recep Bentli’ye verirken
Mesleği olmadığı halde bir şekilde üreticiliğe soyunan veya üretici olup da temel yanlışlarda ısrarlara devam edenleri kastediyorum.
Kitapta yapılan bir araştırmada çiftçiye, kayısıya kükürdü hangi ölçekte verildiği sorulmuş. Çoğunun cevabı: göz kararı.
Canım benim! Yahu bir tava pilav pişirirken bulgur miktarına göre suyunu ölçmezsek tadı kaçıyor, kıvamını tutturamıyoruz; sen kükürt eşiği aşılınca gümrükten dönecek kaç ton malı mişmiş daha islimdeyken “hış” ediyorsun!
Dünya öyle bir hal aldı ki, her işte olduğu gibi, tarım eskisi gibi kara düzen, kazma kürekle yapılacak iş olmaktan çıktı. Biyoloji ve bağlantılı genetik, mutasyon nedir bilmeden, kimyadan anlamadan, müşteri profilini, beklentilerini dikkate almadan, rakiplerin hangi alanda senden üstün, senin üstün olduğun noktalar nedir, bunların analizini yapmadan, pazarlamaya kafa yormadan, kurumsallaşmadan, daha açık ifadeyle “köy seyrine” takılarak genel ve sahadaki özgün sorunları çözemezsiniz.
Asma, Malatya’nın kayısıda başarısını takdir ederken, sorunların nasıl çözüleceğine, neler yapılması gerektiğine dair öneriler de getiriyor.
Gazap Üzümleri ve Kayısı Bahçeleri
Asma, kitabında 1940 yapımı, siyah-beyaz, John Ford’un yönettiği, Jane Darwell ile Henry Fonda’nın başrollerini paylaştığı Gazap Üzümleri filmine de atıfta bulunuyor. Sebebiyse filmde gördüğü kayısı bahçelerinin modernliği.
Bildiğiniz gibi bu film Amerikan edebiyatının büyük ismi John Steinbeck’in aynı adlı kitabından uyarlanma. Yazar, 1962 Nobel Edebiyat Ödülünü bu kitap sayesinde aldı. Filmi izledim ama kitabı bambaşka. Gazap Üzümlerini yazıldığı dilde, gözlerim dolarak, iki defa okudum; zaman bulayım, bir daha okurum.
Steinbeck, ekonomik bunalımın darmaduman ettiği, yarıcılık yaparak geçindikleri topraklardan sürülmüş bir ailenin öyküsünü anlattığı kitabın finalini unutulmaz bir kurguyla bağlar.
Baş karakterlerden 18 yaşındaki Rose of Sharon (Rosasharn da deniyor), hikaye başladığında hamiledir, yolculuklarında başlarına gelmedik iş kalmaz, en sonunda kötü beslenmeden erken doğum yapar, bebeğini kaybeder. Yoksulluktan kocası daha önce aileyi terk edip kaçmıştır. Rosasharn, sığındıkları bir ahırda açlıktan ölmekte olan bir adam görür, bebeğine nasip olmayan memesindeki sütle o adamı besleyerek hayata tutunmasını sağlar.
Emekçi insanların dramını muhteşem kalemiyle bizlere aktaran Steinbeck Usta’ya selam olsun!
Anita’ya Ne Oldu?
Bayram Hoca’yla tanışmama neden olan sunucu-gazeteci Anita McNaught’a fikri takip yaparak yazıyı bitirelim. Yeni Zelanda-İngiltere çifte vatandaşı McNaught birkaç yıl Al Jazeera İstanbul bürosunda çalıştıktan sonra İngiltere’ye döndü, organik mera hayvancılığı işine girdi. Anlayacağınız besi damlarında güneş görmeyen değil merada yayılan hayvanların etinden lahmacun, kavurmalı iri köfte yapıp keyfine bakıyor diye düşünüyoruz.
Bundan iyisi Malatya’da kayısı.