SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Bu Şehre Kattığın “Uygarlık Birikimi” İçin Sonsuz Teşekkürler Celal Abi..

Bu Şehre Kattığın “Uygarlık Birikimi” İçin Sonsuz Teşekkürler Celal Abi..
A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ
korkmazbulent@gmail.com 

Takvimler 15 Aralık 2023’ü gösterirken Celal Yalvaç’ı kaybettik… 

İnanın onun hakkında bir şeyler karalamak için klavyenin başına geçtiğimde ne yazacağımı bilmiyorum, doğru-dürüst bir şeyler yazabileceğimden de emin değilim. Ne yazsam eksik, ne yazsam güdük kalacak; ne kadar afili sözcük kullansam, cümle kurmaya gayret etsem kusurlu olacak. 

Biyografiler insanların genellikle yaptığı işten bahseder, çalışmalarına, eserlerine atıfta bulunur, şu tarihler arasında yaşadı öldü der, belki şu sayıda oğlu-kızı vardı yazarak dosyayı kapatır. 

Bu çerçeveden bakıldığında Celal Abi 1936-2023 yılları arası yaşamış, 6 çocuk babası, gazeteci, araştırmacı, fotoğraf makinesi tamircisi, bir de gezgindir. 

İnsani veya akrabalık ilişkileri artı etkilediği kişiler açısından bakarsanız; kiminin babası, kiminin amcası, dayısı, birçoğu aramızda olmayan insanların arkadaşı, bizlerin büyüğü, ağabeyi, esin kaynağı, yol göstericisidir. 

Ama tüm bunların ötesinde çok güzel bir insandır. 

Yüreğinde zerre kin, öfke, nefret duygusu taşımayan, iyi niyetli, hoşgörülü, insanlara ve hayvanlara sevgiyle yaklaşan bir insan. Onun sesini yükselttiği, bağırıp çağırdığı, ağzından küfür çıktığı, biri hakkında kötü konuştuğu görülmüş, duyulmuş şey değildir. 

Celal Abi'yi tanıyan herkes size onunla ilgili bir şey söyleyecektir ama en “özlü” en “net” tanımlardan birini Vahdettin Yiğitcan Ağabey etmişti: 

Vakıf İnsan

Celal Abi niye mi vakıf insandır? 

Onu ilk tanıdığım zamanlara gidip biraz daha ayrıntılı tanımaya başladığım zamanlara geçiş yaparak ve en sonda neden “vakıf insan” olduğunu anlatmaya çalışayım. 

1987 yılıydı sanıyorum, Yeni Malatya gazetesinde birlikte çalıştığımız Nihat Abacı ağabeyimin, fotoğraf makinesi bozulmuş, tamir ettirecek, “sen de benimle gel, Celal Yalvaç Abiyle tanıştırayım” dedi. Lise yıllarında Görüş gazetesinden ismini biliyordum, yazı işleri müdürüydü; o emekli olmuş, bir yıl kadar sonra ben gazeteciliğe başlamıştım, haliyle kendisiyle tanışma şansım olmamıştı. 

Valilik binasının yan tarafındaki Kazancılar İş Hanındaki kendi deyimiyle, “yazıhanesine” girdiğimde, garip demeyeyim de, “farklı” bir manzarayla karşılaştım. O tarihte Malatya’da başka bir fotoğraf makinesi tamircisi yoktu. Ama burası tam olarak bir tamirci dükkânına benzemiyordu. Tamam, fotoğraf makineleri, onların tamirinde kullandığı kendi imalatı bir torna, objektifler, dükkâna bırakılmış makineler vardı ama hadiseyle alakasız gözüken “başka manzaralar” göze çarpıyordu ve ben o anda ne dükkânına geldiğimizi unuttum. 

Fotoğraf makinesi tamir edilen bir dükkânın küçük olması gerekmez miydi? İyi de burası epey büyüktü. Sanki bir-iki dükkânı birleştirip tek dükkân yapmışlarcasına büyükçe bir oda, duvarlara bitişik dolaplar, raflar, bunlara yerleştirilmiş sayısız kitap, gazete, dergi. İçeride oturan, isimlerini henüz bilmediğim ama ileride öğreneceğim, her birinin üzerine sayfalar dolusu yazabileceğiniz Ahmet Şentürk, Hüseyin Çolak gibi o güzel atlara binip giden o güzel insanlar. Biri masada bir şeyler okuyor, diğeri yazı mı yazıyor; merhum Mustafa Geban bulmaca mı hazırlıyor? 

Tamirhanede çok durmadık, çıktık ama birkaç dakikalık o görüntü hafızamın silinmez bölümüne kayıt edilmiş olacak ki halen biraz önce yaşanmış gibi hatırlıyorum. 

Celal Abiyle ilk tanışıklığımdan sonra uzun yıllar sık sık bir araya gelip oturamadık. Karşılaşırsak, merhaba, hal-hatır, o kadar. Sanıyorum, “tayıt” (akran) olmayışımız, onun artık emekli bir gazeteci olması, benim o yıllarda futbol gazeteciliği üzerine yoğunlaşmam sık iletişim kurmamızı engelledi. Kendisinin tek maç bile sürmeyen bir “futbol kariyeri” vardı ki, bana haber anlamında ekmek çıkmazdı. İnönü Stadını da muhtemelen en son çimlendiğinde görmüştü.

90’lı yıllarda oğlu İsmet Yalvaç Ağabeyin şefliğini yaptığı Turfanda İş Hanındaki Hürriyet Haber Ajansı bürosunda çalışırken Celal Abinin gelip gittiğini, bir süre sonra onun da yazıhanesini üst kata taşıdığını hatırlıyorum. Haliyle kendisini eskiye göre sık görmeye başlamıştım. 

Birkaç sene sonra ben işi değiştirip (arada yazıp çizsem de) ilgimi de sevdiğim tarih, arkeoloji, kültür gibi alanlara kaydırıp, yan sanayi olarak İngilizce + turizm mevzularına şerrimi sürtünce iletişimimiz arttı. 

Nasıl artmasın! Benim ilgi alanımdaki bilgi kaynaklarının önemli bir bölümü ondaydı, zaten neredeyse memlekette başka kaynak yoktu. İlerleyen yıllarda malatyahaber.com sitesinde yayınlanmak üzere çok sayıda araştırma yazısı hazırladığımda kendisinden çok destek alacaktım. Mesela, 10 sene arayla yazdığım Gertrude Bell yazılarında karanlık noktaları aydınlatmamı o sağladı. Yoksa boş bir çeviri okuyacaktınız. 

Öğrenecektim ki, 1950’lerin ikinci yarısında askerlik dönüşü Eski Malatya Ulu Cami araştırmalarıyla başlayan Malatya araştırmaları sayısız belge, kitap, bilgi, fotoğraf toplaması, arşivlemesiyle devam etmiş, kendisine destek olan, başta Osmanlıca belgeleri tercüme eden Hüseyin Çolak gibi arkadaşlarıyla, Malatya’nın fahri kültür dairesi gibi çalışmış, 60’larda memlekete müze kurulsun diye bakanlıklara-başbakanlığa mektuplar yazmış, Ankara’da, İstanbul’da kütüphane kütüphane gezmiş, kalem kâğıtla, zor şartlarda bilgi toplamış, kopyalamış, yayınlar yapmış; 2 arkadaşıyla motosikletle Türkiye gezisine çıkıp yol üzerindeki tarihi mekânları fotoğraflamış, Hamit Zübeyir Koşay, Fahrettin Kırzıoğlu gibi dönemin etkin arkeolog, tarihçileriyle güzel ilişkiler geliştirmiş, bilgi-belge alışverişinde bulunmuştu. 

Üstelik tüm bu çalışmaların masrafını cebinden karşılamış, Malatya üzerine yapılmış sayısız araştırmaya, çalışmaya elindeki kaynaklarla, hiçbir karşılık beklemeden, destek sağlamıştı. Yerine göre misafirleri ağırlamayı da görev bilmişti. 

Celal Abi’nin bu özellikleri biliniyor ama pek bilinmeyen yönü var ki, işte bu Vahdettin Abinin “vakıf insan” tanımlamasına tekrar dönmemizi sağlıyor. 

Ben o döneme yetişemedim ama önceleri yazıhanesi Fuzuli Caddesinde imiş, Kazancılar ve Turfanda iş hanlarındaki mekânlarını gördüm; haliyle ben de şimdi diyeceğimin tanıkları arasındayım: 

Yazıhaneye sadece fotoğraf makinesinin perdesi açılmayanlar gelmezdi. Arkadaşları, yazarlar, çizerler, bir makama dilekçe yazdıracaklar veya “keçinin yavrusuna derler gıdik, buğluru bişirdim oldu hedik, bayırdan endim gedik” temalı şiir yazıp, “Celal Beg şuna bi bahasın, olmuş mu” diye soranlar da gelmezdi. Malatya’nın velisi, garibanı, romanlara, filmlere konu olmuş karakterleri, gidecek yeri, cebinde çay parası olmayan tanıdığı da gelebilirdi.

Kendi evi 5 dakika yürüyüş mesafesinde olmasına rağmen evine öğlen yemeğine gitmez, “benim karnım acıktı, şuradan bir şeyler yaptırıp yiyelim” bahanesiyle yemek yaptırır veya domates, peynir, biber, ekmekle karın doyurulur, küçük tüpte demlenen çaylar içilirdi.

Celal Abi bunları yaparken asla lafını etmemiş, deyim yerindeyse, yaptığı iyiliklerle “hava atmamıştır.” Kendisinden günlerce yazabileceğim mesele, hikâye dinledim, arkadaşlıklarını dinledim ama bir güne bir gün birine bir bardak çay içirdiğini, iyilikte bulunduğunu söylediğini duymadım. Başkası da duymamıştır.

Çok da nazikti, yazıhanesine gelen misafirini ikramsız bırakmaz, torunu yaşında da olsa kapıya kadar uğurlardı. 

Malatya kültürüne, hafızasına o kadar katkı yapmasına karşın bir güne bir gün bir makamdan, siyaset erbabından plaket, övgü, taltif beklediğini de işitmedik. 

Tam tersi kendisine bu tür ödüller verilmesine karşı çıkar, biz olacağımızı olduk, gençlere verin ki onlara teşvik olsun, çalışsınlar, eser ortaya koysunlar, derdi. 

Bu özellikleriyle “vakıf insan” taltifini hak etmişti. Yani, iyilik yapacaksın, karşılık beklemeyeceksin.

Daha önce yazmıştım, tekrar yazıyorum: 

Kadim şehir Malatya’nın bugün bir tarihinden söz edebiliyorsak bunda yadsınamaz en büyük pay, emek 1) Celal Yalvaç’tır, 2) 1961’den beri Arslantepe’de düzenli kazı yapıp bilimsel çalışmalarıyla buranın UNESCO Dünya Miras Listesine alınmasını sağlayan bilim insanları ile baraj altında kalmış höyükleri kazan/araştıran diğer bilim insanları.

***

Celal Abi’nin sadece insanları değil hayvanları da çok severdi. Onun kadar hayvan seven birini pek görmedim desem yanlış olmaz. Hayvanlarından bahsederken gözlerinin içi mutlulukla dolardı. Valilik arkasındaki baba ocağı Çınar’ın oradaki eski evleri yıkılıp apartmana dönüştüğünde hayıflandığı konulardan birinin hayvan besleyememek olduğunu söylerdi. Evleri, ineksiz, kedisiz, köpeksiz kalmazmış. Son yıllarda yazıhanede Meraklı dediği Tüylü (kapaktaki fotoğrafta, Celal Abi'yle koltuğu paylaşan kedi) evde de kendisinin Belalı dediği, çevredeki namıyla Şerafettin adlı (aşağıdaki fotoğrafta) bir kedisi vardı. Yazıhanedeki Tüylü ne kadar efendi, sakinse, Şerafettin mahallenin haylaz, kötü kedisiydi. Akşama kadar kavganın, döğüşün içerisinde gününü geçirir; akşam Celal Abi'nin geleceği saati bilir, o saatte toz toprak içinde kalmış, kirli haliyle kapıda hazır bekler, akşam evde gayet efendi bir kedi olurdu. 

1986’da Fırat göl olurken (Karakaya) Korucuk civarında kedi ve köpekler adalarda mahsur kalmış, çıkamıyorlardı. Arkadaşlarıyla birlikte bir bot bulmuşlar, bot güvenilir de değil üstelik, sürekli seferlerle zavallı kedi ve köpekleri boyunlarından tutup tutup bota alarak tahliye etmişlerdi. Üstelik hayvanlar pantolonlarını, köyneklerini parça parça etmesine, bir defasında bir köpeğin ısırması sonucu kuduz aşısı olmalarına karşın kurtarma operasyonundan vazgeçmemişlerdi.

Celal Amca gençliğinde mahallede kuyuya düşen bir danayı nasıl kurtardığını anlatmıştı. Dananın sahibi dahil kimse kuyuya inmeye cesaret edememiş, babayiğit o zamanlar, gözüpek, inmiş, danayı kuyudan çıkarmış. “Ben ne zaman mahalleye gitsem, o dana koşa koşa yanıma gelir, yüzümü gözümü yalar, kendince teşekkür ederdi. Büyüdü, inek oldu, yine koşarak yanıma gelirdi” diye anlatmıştı gülerek.

Mahallenin kadınları sohbete başladığında gelip yanlarına oturarak gündemi (dedikodu) dinleyen köpek, beline bağlanan iple damdan pestil çalma işinde yardım ve yataklık görevi verilmiş “pisig” (kedi), yetim ayı yavrusu, karga beslemeler gibi hikayeler var ki; hepsi “matal” oldu. 

***

Celal Abi’nin eşsiz bir arşivi olduğu herkesin malumu. Bu konuda bir anımı aktarırsam elinde neler olduğuna dair fikir verecektir sanıyorum. 

15 sene kadar önce, mevsim bu zamanlar, Alman bir profesör gelmişti, Fırat boyu hanlarıyla ilgili bir makale yazacak, araştırma yapıyor. Bu hanların yerlerini gösteren bir harita olup olmadığını sordu. Elimizde turistlere yönelik kent planı ile il ve ilçeleri gösteren genel bir harita var. Dedim, zayıf ihtimal ama, olsa olsa bir kişi de olur, isterseniz benimle gelin, bakalım. 

Giderken adamı uyardım, sizi götürdüğüm ofisi (adam ecnebi, yazıhane desek anlamaz, ofis diyoruz) garipsemeyin. O yıllarda Celal Abi Turfanda İş Hanının en üst katındaki yerinde, odalar dar, haliyle her taraf kitap-gazete dolu, sehpanın üzerinden atlayarak karşıdaki koltuğa geçebiliyorsun. 

Zile bastık, içeri girdik, hoş geldiniz, bana hemen kapının tam karşısındaki elektrikli ısıtıcının düğmesine basma talimatı, misafir gelmiş, Amerikan kahvesi (neskafe) içeceğiz. 

Hans Abi ben nereye düştüm dercesine, gülümseyen gözlerle çevreye bakıyor; oturdu, derdini söyledi. Celal Amca, bir dakika dedi, yerinden kalktı, diğer odaya gitti, elinde bir kitap getirip adamın önüne koydu. Adam kitabı eline alır almaz büyük bir şaşkınlığa uğradı. Aradığı kitapta kıvış kıvış aradığı harita vardı var olmasına da kitap Almancaydı, daha garibi Avusturyalı bir yazar tarafından yazılmış, Viyana’da basılmıştı. Adamcağız “araştırmam için çok sayıda kaynağı taradım, Viyana’ya da gittim, benim dilimde yazılmış bu kitabı nasıl görmedim” dedi şaşkınlık içeren bir memnuniyetle. 

Vefatından birkaç ay önce Celal Abi’nin bana arşivinden Vietnam Turizm Dairesince basılmış broşür verdiğini söyleyip konuyu kapatalım. 

***

Celal Abi’nin arşivinden yararlanan sayısız araştırmacı birçok makale, kitap yayınladı, dergilere yazdı. Peki, kendisinin niye basılı bir kitabı olmadı? 

Sadece kendi söylemine göre değil gözlemime göre de söylüyorum: Yazı konusunda titiz, kılı kırk yaran, bilimselliğe, kaynağa (özellikle yazılı belgeye) önem veren, yeni bir belge-bilgi çıkabilir, yanlış yazmayalım endişesiyle hareket eden birisiydi. Bu nedenle çok sayıda kitabı yayına hazır hale getirdi ama bastırmadı. 

FOTOĞRAF: Celal Yalvaç ve Bülent Korkmaz

Arşivciliği, araştırma azmi, titizliğiyle birçok bilgiye ulaşmamızı sağlayan Nezir Kızılkaya ağabey, vefatından önceki süreçte Celal Abi’yi yüksek lisans konusu yaparak büyük bir işe imza attı. Kızılkaya’nın üniversitede sunumuna birkaç arkadaşla birlikte küçük oğlu Bülent Yalvaç da katılmıştı. 

Bu çalışmayı biz ve Celal Abi adına büyük bir şans olarak görüyorum. Biz onun yaptıklarını derli toplu olarak bir eserde görebildik. O da Celal Yalvaç’ın hikâyesini dünya gözüyle okuyabildi. 

Senin için ne kadar güzel sözler etsek yetersiz kalacak…

Bize, bu şehre kattığın “uygarlık birikimi” için sonsuz teşekkürler Celal Abi. 

Homeros İlyada Destanı’nın bir yerinde der ya:

“Yapraklar gibidir insan soyu. 

Bir yandan rüzgâr bakarsın onları döker yere, 

Bir yandan bakarsın bahar gelir, 

Yenilerini yetiştirir, yeşertir orman, 

Böylece soyların biri göçer, biri doğar.”

Ama yaşam Homeros Usta’nın burada dediği kadar basit değil işte.

Herkes doğar, yaşar, ölür ama sen çok güzel bir hayat sürdün çünkü geride bu şehre hafıza bıraktın, Celal Abi. Bundan daha yüce ne miras olabilir ki!

Işıklar yoldaşın, mekânın cennet olsun! 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

9 yorum yapılmış

  • Şeref Çakar (10 ay önce)
    Bir güzel insan bu dünyadan geçti. Malatya Kitaplığı çalışmalarımızda sıkça misafir ettiğimiz, sohbetine doyamadiğimiz kendini aşmış Malatya sevdalısı. Mekanı cennet olsun
    %100
    %0
    Yanıtla
  • mehmet hanifi yapar (10 ay önce)
    Bülent kardeşim çok güzel anlatmışsın daha çok anılarınız olduğunu biliyorum ileriki günlerde anılarınızı okumayı dileriz Celal abimin mekanı cennet olsun inşallah
    %100
    %0
    Yanıtla
  • bayram murat asma (10 ay önce)
    Yüreğine, kalemine sağlık Bülent Bey kardeşim. Celal Amcayı gayet güzel anlatmışsın. Diğer araştırıcılar gibi ben de Celal Amcanın arşivinden çokça faydalandım. Mesela Celal Amca henüz ortaokul öğrencisi iken Türkçe öğretmeninin verdiği bir ödev için 3 Mart 1953'de ziyaret ettiği bugünkü Kayısı Enstitüsü'nü anlattığı ev ödevini bana vermiş ve yayınlamıştım. Daha birçok belge, bilgi ve fotoğraf vermiş bunları yayınlamamı istemişti. Ahmet Şentürk, Hüseyin Çolak ve daha birçok güzel insanla Celal Amcanın bürosunda tanıştım. Daha yazacak çok şey var, ancak sonuç olarak; Celal Amca güzel ve özel bir insandı. Tanıdığı herkese güzel dokunuşlar yaptı. Mekanı cennet olsun..
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Zeynel Eren (10 ay önce)
    Bülent bey merhaba, ellerinize sağlık. Teşekkür. Celal bey amcaya Hak rahmet eylesin. Ruhu şad olsun. Mekanı cennet olsun. Devri daim menzili mübarek olsun.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Kenan GÖKÇE (10 ay önce)
    Kalemine sağlık Bülent abi çok güzel bir yazı olmuş her satırını büyük bir heyecanla okudum Celal amcaya ne söylesek ne yazsak gerçekten az olur nurlarda yatsın mekanı cennet olsun inşallah.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Cemil Koçak (10 ay önce)
    Celal bey ile altmışlı yıllarda beraber yok yürüdük. Ah ne güzel yıllardı. Dile kolay kaç yıl önce. İnsanların ve insanlığın olduğu temiz zamanlardı. Şüphesiz kimse lüks içinde yaşamıyordu ama mutsuzda değildi. İşte biz o yılların adamıydık. Celal bey seni hasretle yad ediyorum güzel arkadaşım
    %100
    %0
    Yanıtla
  • İzgören 44 (10 ay önce)
    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun Güzel insan.
    %86
    %14
    Yanıtla
  • Şemsettin ÖNER (10 ay önce)
    ALLAH Rahmet Eylesin Mekanı cennet olsun Malatya nın Başı sağolun
    %86
    %14
    Yanıtla
  • Ramazan yakar (10 ay önce)
    Allah rahmet eylesin iyi bir adamdı derler ya birisi için işte bu celal abiye uyan bir ünvandı.
    %89
    %11
    Yanıtla

Bülent Korkmaz yazıları