SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Elde Var da Bizde Yok mu?

Elde Var da Bizde Yok mu?
A- A+ PAYLAŞ

..Olaylar Yukarı Banazı veya Aşağı Çarmuzu’da geçmiyorsa bize ne? sorusu..   

Bülent KORKMAZ  korkmazbulent@gmail.com

Amerikan yayın kuruluşu CNN’in 2 Aralık 2020 tarihli Internet sayfasında Amazon yağmur ormanlarında yapılan, henüz başlangıç aşamasındaki arkeolojik bir araştırmada elde edilen bulgulara ilişkin bir yazı yayınlandı.

Jack Guy’ın kaleme aldığı Sanat sayfasındaki yazı, Kolombiya’nın Medellin şehrindeki Javier Aceituno Antik Eserler Üniversitesi ile Bogota Gaspar Morcote-Rios Ulusal Üniversitesi ve İngiliz Exeter Üniversitesinin ortaklaşa yürüttüğü bir arkeoloji projesinin ilk sonuçları hakkında bilgi aktarıyor.

Amazon yağmur ormanlarının Kolombiya sınırları içerisindeki Serrania La Lindosa bölgesinde, toplam uzunluğu neredeyse 13 kilometreyi bulan üç ayrı kayaya çizilmiş resimler, dönemin yaşamı, kültürü, bitki ve hayvan varlığı üzerine çarpıcı görüntüler ortaya koyuyor.  Resimler günümüzden yaklaşık 11.800 ila 12.600 yıl öncesine tarihleniyor.

Daha önce bulunan kemiklerden bildiğimize göre, her biri neredeyse bir araba büyüklüğünde, soyu tükenmiş birçok hayvanın resmini duvarlarda görebiliyoruz. Mastodon, tembel hayvan, deve sülalesinden camelid, at ile üç parmaklı ve fil gibi hortumu bulunan toynaklı bir hayvanın resimleri, Batı Amazon insanlarının bize miras bıraktığı “fotoğrafların” en şaşaalı olanları. İnsan figürleri, geometrik şekiller, av sahneleri, geyik, tapir, timsah, yarasa, maymun, kaplumbağa, yılan, oklu kirpi ve daha nice resim, tarihin kilometrelerce uzunlukta film şeridi gibi uzanıyor.

Bu kadar geniş bir araziye yayılan arkeolojik bulguları ilk keşfeden projeyi uygulayan üniversitelerden bilim insanları değil. Amazon’da yaşayan yerli halklar elbette resimleri biliyorlardı ve başkalarını da haberdar etmişlerdi. Ancak, Kolombiya ile FARC gerillaları arasında yaşanan ve 52 sene süren savaş nedeniyle, Serrania La Lindosa’ya girip “şu resimlere bir bakıp çıkabilir miyiz?” demek söz konusu olamazdı. 2016’da taraflar sulh olunca araştırmacıların heyecanla beklediği fırsat doğdu.

Resimlerin yapıldığı tarihte Amazon’un bitki örtüsü şimdikine benzemiyordu. Amazon, savan (ağaçlı çayırlık), tropik orman ve dikenli fundalıklardan oluşan bir bitki örtüsünden, bugünkü, geniş yapraklı tropik ormana dönüşmeye başlamıştı.

Araştırmalar Amerika Kıtasına ilk insan topluluklarının Asya’dan geçtiğini ortaya koyuyor. Nasıl geçtiklerine dair şu ana kadar ortaya konan en “makul” teori, Asyalıların son Buzul Çağında, yaklaşık 30.000 ila 12.000 yıl önce, deniz seviyesinin düşük olduğu bir dönemde, iki kıtayı birbirine bağlayan “kara köprüsünden” kıtanın kuzeyine geçiş yaptığını söylüyor.

Anlayacağınız, 1000’li yıllarda Vikingler kıtaya ucundan şöyle bir uğramayıp dönmeden ve yaklaşık 29 bin 500 sene sonra Cenovalı Kristof Kolomb Amerika’yı “keşfetmeden” önce de Amerika’da insanlar yaşıyordu.

Kuzeyde buzullar eriyip ‘toprak köprü’ ortadan kalktıktan sonra binlerce yıl boyunca Siyu, Apaçi, Lakota, Aztek, Maya hısımlarımızla bağımız koptu. Onlar da bizim “köyde” yaşayan Sümer, Hitit, Roma, Hun, Ostrogot ve Zululardan,  yani binlerce yıl Eski Dünya’nın topraklarında gezinip tekrar ona dönen cümle kavimlerden, ne yiyip içtiklerinden haberdar olmadılar.

***

Sabır gösterip yazının bu bölümüne kadar geldiyseniz, “bu site Malatyahaber.com sitesi değil mi? Olaylar Yukarı Banazı veya Aşağı Çarmuzu’da geçmiyorsa bize ne?” sorusu aklınıza takılmış olabilir.

Benzer resimlerden, benzer sanattan bizde de var; az sonra…

Bu resimler literatürde mağara sanatı ve kaya sanatı tanımları altında inceleniyor. Bilinen en eskisi İspanya’nın Altamira bölgesinde bulunan resimler ve yaklaşık 36 bin yıl öncesine tarihleniyor. 17 bin yıl geriye giden Fransa Lascaux mağarası duvar resimleri de epey şöhretli. Buralarda öyle bir-iki resim bulunmuyor; yetenekli sanatçılar bildiğiniz “galeri” yapmış. Kabaca günümüzden 40 bin ila 14 bin yıl öncesine kadar mağara, duvar, kaya korunaklarına resim çizip durmuşuz. Sadece yukarıda adı geçen ülkelerde değil dünyanın birçok yerinde bu resimlere rastlıyoruz.

Altamira sanatçıları bu görkemli resimleri çizerken odun kömürü, kantaşı (hematit) ve aşı boyası kullandılar. Lascaux mağarasındaki resimler demir oksit, odun kömürü ve aşı boyası kullanılarak yapıldı. Kolombiya’daki resimlerde de aşı boyası kullanılmış.  Birbirine binlerce kilometre uzak bölgelerde icra edilen sanat faaliyetinde aşı boyası kullanılması şaşırtıcı değil çünkü ‘pigment olarak kullanılan, çoğunlukla kırmızı ve sarı renkte ve genellikle saf olmayan toprağımsı demir cevheri’ diye tanımlanan malzemeye doğada erişebiliyorsunuz.

Yaşadığımız kadim şehir Malatya ve çevresinde de geçmişte bu resimler ortaya çıkarıldı. Malatya’da bulunan resimlerin yapımında kullanılan malzeme de, tahmin ettiğiniz gibi, aşı boyası.

Nerelerde mi?

Darende ilçesinin Ağılbaşı köyüne yaklaşık 6,5 kilometre uzaklıktaki Asmina (Esmahan) kaya resimleri bunlardan birisi. Karapınar Yolu kaya geçidinin kuzey yanında, sıralı üç mağaranın yüzeyinde yer alıyor. Mağaranın muhtelif yerlerinde, kırmızımsı aşı boyasıyla yapılmış, stilize beş parmak izi, insan figürü, haç, dağ keçisi, yılan, kare, çiçek motifleri, tırmık, lale ve at üzerinde duran insan gibi resimler görüyoruz.

Arapgir ilçesi Onar köyündeki kaya mezarlarında da resimlere rastlıyoruz. Köyün Kayadibi mevkisinde 19 adet kaya mezar odası ve kaya kilisesi denen yapı bulunuyor. Bazı mezar odalarının yaşam ve ibadet mekânı olarak da kullanıldığı düşünülüyor. Bu odalardan birinde yer alan 6 adet at resmi en görkemlileri. İsmini bilemeyeceğimiz Arapgirli sanat veya sanatçılarımız dördünü otlar, ikisini koşarken resmetmiş. Atlar, belirli bir düzen içerisinde durmuyorlar, doğal halleriyle duvara çizilmişler. Ayrıca insan, deve ve muhtemelen birkaç küçükbaş hayvanın resimleri mevcut.

İsmail Kaygusuz Hocamızdan öğrendiğimize göre, burada ilginç bir nokta var: İçeri girdiğimizde ilk göze çarpan atlar olduğu halde, köylüler buraya Sandıklı Mağara demiş. Beklendiği gibi, atlı mağara dememişler. Kaygusuz, duvar resminin alt bordür hattını oluşturan kare motiflerin  sandığa benzetilmesi sebebiyle bu ismin verilmiş olabileceğini düşünüyor. (Üstteki fotoğrafta)

Bu tür eserlerin “mümkün mertebe kesin’ tarihini saptamak için laboratuvar ortamında analizler yapılması gerekiyor. Ağılbaşı ve Onar’da bulunan resimlerin tam olarak ne zaman yapılmış olabileceğine dair analiz içerikli bir bilgiye rastlamadım. Ama çizimlerin stiline bakarak Roma döneminde, yani en fazla iki bin sene kadar önce, yapıldığı ileri sürülebiliyor.

***

Yapılan sistematik kazı ve ciddi araştırma ve yayınların ardından dünya tarihine etki edecek düzeyde bilgilerin ortaya çıkarıldığı Arslantepe’nin saray kompleksi (bildiğimiz kralın oturduğu saray gibi değil; devlet işlerinin gerçekleştirildiği hükümet sarayı) içerisindeki duvarlarda ortaya çıkarılan resimler bambaşka bir öykü anlatıyor; bambaşka bir gizem içeriyor.

Bu resimler kaya üzerine yapılmış değil çünkü “tesis” kerpiç. Arslantepe’deki duvar resimleri yapıldığı gün olduğu gibi bırakılmamış.  Gün olup devran dönünce iktidarı ele geçirenler üzerini sıvayla kapatmışlar. Resimlerin ideolojik işlevinin olduğu ve yeni muktedirlerin bunların üzerini kapatarak kendi iktidarlarını sağlamlaştırma yoluna gittiği düşünülüyor.

80li yıllarda bu resimler ilk ortaya çıkarıldığında, sıva yüzünden neredeyse toprakla bütünleşmiş çizimleri gün yüzüne çıkarmak için uzmanların restorasyon işlemini büyük bir özenle gerçekleştirmesi gerekti. 2012’de Arslantepe açık hava müzesine dönüştürülüp ziyarete açılana dek bu resimleri sıradan ziyaretçiler göremiyordu. Saraya girme şansını ilk defa 1996 yılında elde ettim. Ne zaman bu ziyareti hatırlasam, aklıma gelen ilk şey, restorasyon uzmanının duvar resimleri üzerinde sürdürdüğü titiz çalışması oluyor. Restorasyonu yapan kişi yüzünde, kaynakçı maskesine benzer bir maske, elinde iğne ve fırçayla sanki tarihe “cerrahi” bir operasyon yapıyordu.

Arslantepe yorumlaması gerçekten zor ve karmaşık bir yer. Yazının henüz coğrafyamızda kullanılmayışı tarihçinin işini çok güçleştiriyor. Bu yüzden resimlerin neden yapıldığına dair çeşitli fikirler ortaya atılsa da kesinlikle “amaç şuydu” denemiyor. Depo odalarının ortasındaki odanın birinde (bu oda bir zamanlar sarayın iç avlusuyla bağlantılıymış) her iki yanda insan figürü yer alıyor. Sol tarafta olasılıkla bir kadın figürü, sağda ise erkek betimleniyor. Her ikisi bir masa veya sunağın arkasında durur vaziyette. Bitkisel ve sarmal motifler başın üzerinde yükseliyor. Acaba bu depodan dağıtımı yapan saray memurları mı veya şaman maskesi mi? Ya da emeğin karşılığını ürünle ödeyen sistemin memurunun görev sırasında giydiği kıyafet mi?

Yayınlarda, bir kadın ve erkeğe ait duvar resimleri için “zamanın karmaşık ideolojisini ifade eden gücün tasvirini ve sembolünü yansıtan şematize figürler” deniyor. “Kireçten yapılmış ince bir sıva üzerine odun kömürü ve aşı boyası kullanılarak resmedilen kırmızı ve siyah renkteki şematize figürler, yapının içine giren herkesin görebileceği kapı ve geçiş yerleriyle bağlantılı alanlarda bulunuyordu.”

Tarihçi değilim; söyleyeceğimin hiçbir bağlayıcılığı veya doğruluk garantisi yok. Sadece biraz okuma yazma bilmeme güvenerek, bu resimlerin dönemin insanına korku verip ekonomik güce zarar gelmemesi için tasarlandığını düşünüyorum. Burası işlevsel olarak bir depo ama bir depodan fazlasını düşünmek, daha doğrusu o günün şartlarıyla düşünmek, lazım. Arslantepe’nin ağaları bereketli Malatya Ovasında yetişen arpa, buğday, avlanan veya yetiştirilen hayvanların etine-sütüne el koyup bunları depolarda topluyor; kuşkusuz aslan payını kendilerine ayırdıktan sonra “marabalara” emeklerinin karşılığında ürünle ödeme yapıyorlardı. Anlayacağınız, günümüzde sıradan bir evin hıznası (kiler) gibi duran depo aslında beş bin üç yüz sene öncesinin merkez bankası gibiydi. Karnını doyurabilen bir insanın şampiyon sayıldığı bir dönemde bu depolardan hırsızlık yapılmasın diye, çalarsanız çarpılırsınız tehdidiyle, insanlar korkutulmaya çalışılmış olabilir.

Duvar resimleri (Üstteki fotoğrafta) depoda ortaya çıkarılan insan figürleriyle sınırlı değil. Baklava motifleri saray duvarı boyunca olanca görkemiyle uzanıyor. Bezemelerden birinde olasılıkla boyunduruğa bağlı iki öküzün bir sabanı çekişi betimlenmekte.

***

Arkeoloji, göçüp gitmiş uygarlıkların geride veya toprağın-suyun altında bıraktığı anıt, eser, alet, silah, altın, gümüşünü çıkarmanın derdinde olan bir bilim dalı değildir. Eski yerleşim olduğu düşünülen veya bilinen yerlerin harala gürele kazılması hiç değildir. İncelik ister, onlarca yıla yayılan özenli, ayrıntılı, bilimsel çalışma bekler: Hem arazide hem masa başında çok emek gerektirir. Arkeoloji, düz adam mantığıyla, “hazine” de bulur ama bu amaç değil bir araçtır; asıl aranan o değildir.

Arkeolojinin derdi; bulunan malzemeyi, erişilen bilgiyi değerlendirerek, insanı, insanın yaşamı, dini, sanatı, kültürü, hukuku, coğrafyası, beslenme alışkanlıkları, çevreye, doğaya, kendine ve başkasına bakışını, onunla nasıl etkileşim kurduğunu, nasıl değiştirdiğini ve onunla nasıl değiştiğini öğrenmeye, anlamaya çalışıp bugüne ışık tutmaktır. Elbette mümkün mertebe; elbette elde edilmesi çok güç veriler ışığında ve en doğru biçimde. Bunu yaparken de birçok bilimsel disiplinle işbirliği içerisinde hareket eder.

Arkeolojik verileri anlamaya çalışırken, tarihi mekânları ve eserleri, bulguları bir “yarış” içerisine sokmak, “hangisi daha eski, büyük, önemli, boylu, poslu” türünden karşılaştırmalar yapmak anlamsızdır. Meselenin özünden sapmaktır.

Örneğin, Arslantepe ile Göbeklitepe’yi karşılaştırmak gibi…

Arslantepe başka bir şey anlatır; Göbeklitepe başka bir bilgi verir; başka bir öykü anlatır. Bazen de benzer şeyleri söylerler. Stone Henge ile Machu Picchu ve yeryüzünün, ülkemizin sayısız eserinin farklı veya benzer şeyler anlatması gibi…

Elbette akademide bu tür kısır tartışmalar yok. Dışarıdan bazı insanların tarihi mekân, bulgu ve bilgileri “benim babam senin babanı döver” mantığıyla anlamaya çalışmasını gözlediğim için bu olguya değinme gereği duydum sadece.

Amerika’da, Fransa’da, Arslantepe ile Arapgir ve Darende’de ortaya çıkarılan duvar resimlerine bakıp, mümkün mertebe doğru yorumlamaya-anlamaya çalışırken de rakamsal karşılaştırmaların veya gereksiz övünmelerin tuzağına düşmemeliyiz.

Biri 40 bin diğeri bin sene önce duvara çizilmiş, birinin boyası daha az kırmızı olmuş diye, en eski ve parlak olanı önemli, nispeten yeni olanı önemsiz bulamayız.

Bu resimler, insanın belki sanılan tarihten çok daha önce, kendi benliğine, doğaya, çevresine karşı bir bakış açısı geliştirdiği, etrafında olup bitenleri anlamaya çalıştığı ve yaşadıkları, gördükleri kendisiyle birlikte sonsuzluğa karışmasın diye kayıt tutmaya başladığını gösteriyor. Soyut düşünüyor; düşüncesini sanatla eyleme dökmek için doğada malzeme arıyor; büyük olasılıkla doğru malzemeyi bulmadan sayısız başarısız deneme yapıyor; ama en sonunda başarıp yaşadığını ve bir parçası olduğu doğayı “resmediyor”.

İnsan yazıdan çok daha önce, bir parça boya, palet olarak kullanılan belki bir taş veya başka aleti kullanan ve en önemlisi soyut düşünebilip bunu taşa döken yetenekli ressamlarla uygarlığının temelini atıyor. Yazıyı-teknolojiyi geçtik, tarımın olmadığı, avcı-toplayıcılıkla yaşarken, ertesi gün yiyecek bulabileceğinin garantisi yokken sanatı düşlüyor.

Binlerce yıl önce atalarımızın döşediği taşlar sayesinde Cin Ali bile çizemeyen ben oturmuş bilgisayarımda bir şeyler karalayabiliyorum.

_______________________________________________________________________

Bu yazıyı hazırlarken, emekli öğretim görevlisi Dr. İsmail Kaygusuz’un Onar Köyü'nün Uzak ve Yakın Geçmişine Bakış ve Roma Lejyonu XII. Fulminata (Arkeoloji ve Sanat Dergisi: Mayıs-Ağustos 2017) ile İnönü Üniversitesi öğretim üyesi Doçent Doktor Recep Özman’ın Arapgir Onar Köyü Kaya Mezarları (Tarih Dergisi, Sayı 62 (2015 / 2), İstanbul 2016, s. 1-36); makalelerinden; Malatya Kent Envanterinin hazırlanmasında büyük katkısı bulunan Müze Uzmanı Hüseyin Şahin’in sağladığı bilgilerden, ülkemizin en önemli arkeologlarından Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın 50 Soruda Arkeoloji kitabından ve Arslantepe kazı heyetinin yıllar süren çalışmaları sonucu yapılan yayınlardan yararlandığımı belirtir, emek sahiplerine teşekkür ederim. Ansiklopedik ve sözcük bilgisine ihtiyaç duyduğumda Britannica ve Merriam Webster’a başvuruyorum. Jack Guy’ın CNN’deki yazısına şu linkten ulaşabilirsiniz: https://edition.cnn.com/style/article/amazon-rainforest-ice-age-paintings-scli-intl/index.html

FOTOĞRAF: Arslantepe'deki duvar resimlerinden biri..

FOTOĞRAFLAR: Arapgir- Onar'daki kaya mezarları ve duvar resimleri

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

14 yorum yapılmış

  • Selçuk AÇIKGÖZ (3 yıl önce)
    Emeğinize sağlık Bülent Bey güzel bir çalışma olmuş. Zevkle okudum
    0
    0
    Yanıtla
  • Mahmut (3 yıl önce)
    Yazı uzun diye şikayet edenlere.. Yazıya tıkladıktan sonra yazıyı karışla. 1 karışı geçiyorsa sizin ve sizin gibilerin okumasına gerek yok demektir. Bu yazıların okuyanı başka, ama sizin gibiler değil. Bülent Bey’in Arslantepe ve Fenerbahçe maç yazıları ve diğer yazıları için de aynısı geçerli. Bazıları uzun bulmuş. Onlara da aynı tavsiyeyi vereyim, gözlerini yormasınlar. 1 karışı geçen yazılar sizin için değil, boşverin. Bu kültür ve bilgi yüklü, araştırmacılara kaynak olacak yazılar sizin için yazılmıyor ki.
    0
    0
    Yanıtla
  • Bir karış da çok fazla bu tür arkadaşlar için. 5 parmak, hadi olsun da 6 parmak olsun. Fazla okuyup, kazaen kültürleri ve idrakleri artarsa ne olur sonra bu memleketin hali?
    0
    0
    Yanıtla
  • Yunus Ertan (3 yıl önce)
    Bir kitap yazmak için bin kitap okumak lazım. Bir makale için ise en az yüz kaynağı incelemek lazım. Kısa yaz diyenlere: Gel de uzun yazma. Eline, kalemine, diline kuvvet kardeşim.
    0
    0
    Yanıtla
  • orhan tuğrulca (3 yıl önce)
    Bülent bey elinize yüreğinize sağlık, Birgün Amerikan yayın kuruluşu CNN Malatya'ya gelip Aslantepe'yi yahut Onar'ı konu edinirse hele bir de bu sunumu yapacak olan adamın adı Bülent KORKMAZ değil de Jack Guy olursa belki o zaman çevremize daha farklı bakarız belki... Selam ve dua ile...
    0
    0
    Yanıtla
  • Erhan Ertem (3 yıl önce)
    Bülent Bey , Büyük bir zevkle okudum.Elinize sağlık....
    0
    0
    Yanıtla
  • Şahin Doğan (3 yıl önce)
    Arkeoloji'nin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan bu makaleyi bir solukta okudum.. Zihnine sağlık Bülent Korkmaz.
    0
    0
    Yanıtla
  • Vahit Var (3 yıl önce)
    Bu Yazıyı Okuyacak Kadar Sabrım Yok. Keşke Özünü Kısaca Yazıya Dökseydiniz.
    0
    0
    Yanıtla
  • Ramazan yakar (3 yıl önce)
    Hocam kalemine ve eline sağlık çok emek vermişsin zevkle okudum .
    0
    0
    Yanıtla
  • Hakan Bilir (3 yıl önce)
    Bülent hocam ellerine sağlık harika olmuş.
    0
    0
    Yanıtla
  • Alper (3 yıl önce)
    Çok keyifli bir yazı olmuş. Elinize sağlık EDİTÖR'den: Bu yorumun sahibi Alper'in aşağıdaki yorumu yazan Alper'le ilgisi yoktur.
    0
    0
    Yanıtla
  • Alper (3 yıl önce)
    Yahu arkadas bu kadar uzun haber metni mi olur? Siz nasıl haber sitesisiniz?Kopyala yapıştır mantığından kurtulun haber metni yazmayı öğrenin bizahmet.
    0
    0
    Yanıtla
  • Arkadaş! bu millet ne ara böyle oldu, bu ne saygısızlık. Hiç birşey bilmiyorsanız sadece susunuz ama cehalet buna izin vermiyor. Şu yazının (bu arada haber değil) arkasında ne emek var onu da mı düşünmüyorsun? Senin uzun diye şikayet ettiğin bu 5 sayfalık yazı için sevgili Bülent Korkmaz en az 100 sayfa döküman incelemiştir. Ne için? Malatya ile ilgili kültürel belleğe bir nebze katkı olsun diye. Bu vahşice saldırının amacını ben bulamıyorum. Herkes, herşeye ilgi duymak zorunda değil. Yazının içeriği senin düzeyini aşıyorsa zorlama kendini, okumayı yarıda bırak. Başkaları için çok değerli olan bu yazıdan senin hoşlanmaman yazarına hakaret etmeyi gerektirmez Edep yahu! Şimdi bu yazdıklarımı da anlamayıp çok uzun diyeceksin. Ha! bir de unutmadan, "malatyahaber.com"a bir ara uğra da metni yazmayı öğretiver "bizahmet"
    0
    0
    Yanıtla
  • Yaşar Balıkcı (3 yıl önce)
    Emeklerine kalemine sağlık. Keyifle okudum. Teşekkür ederim.
    0
    0
    Yanıtla

Bülent Korkmaz yazıları