SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

Fenerbahçe Zaferi ve “Kötü” Futbolun Sorumlusu

Fenerbahçe Zaferi ve “Kötü” Futbolun Sorumlusu
A- A+ PAYLAŞ

..Fenerbahçe’ye atılan üç gol, bilhassa Umut Bulut’unki, yüreğimin yağlarını..  

Bülent KORKMAZ     korkmazbulent@gmail.com

12 Aralık 2020 Cumartesi akşamı Yeni Malatyaspor, Kadıköy’de Fenerbahçe’yi önce akıllı, sonra güzel bir futbolla 3-0 yenerek biz Malatyasporluları ziyadesiyle mutlu etti.

Belirtmem gerekirse, ben eskiden olduğu gibi, antrenmanları bile kaçırmayan bir futbol muhabiri-yazarı değilim. Türkiye futboluyla tek alakam bir taraftar olarak Yeni Malatyaspor düzeyinde. Torun sahibi olacak yaşa geldim; halen maçın oynanacağı gün heyecandan ense köküme doğru bir ateş yükseliyor, o gün çok acil bir işim yoksa, neredeyse yaşamsal fonksiyonlarımı durduruyor; ayakta durmama yetecek kadar beslenip su içiyor ve maçın başlamasını bekliyorum. Takımım yenilirse kötü de; takımım galip gelmişse keyfime diyecek olmuyor; borcumu alacak görüyorum.

Bu davranışımın normal olmadığı bir gerçek ama anormallik de bir insanlık durumudur.

Fenerbahçe’ye atılan üç gol, bilhassa Umut Bulut’unki, yüreğimin yağlarını eritti çünkü “büyüklüğünün” kerameti kendinden menkul Kadıköyspor geçen sene her iki maçta da YMS’yi, VAR’a rağmen, hakem kararlarıyla “doğramıştı”.

Futbol gazetecisi olmadığım ve Yeni Malatyaspor hakkında bilgim mesleki anlamda çok yetersiz kalacağından, takım veya teknik kadro analizi yapmak haddime değil.

Ancak Fenerbahçe maçının hemen ardından yayıncı kuruluşa açıklamalarda bulunan YMS Teknik Direktörü Hamza Hamzaoğlu’nu dinledikten sonra, genel manada, hariçten gazel okuyayım dedim. Hamzaoğlu, bir yandan galibiyete sevinirken, elektrikli ve elektriksiz basın ile sosyal medyada kendisine yönelik eleştirilere tepki gösteriyor, cümleleriyle değil ama mimik ve jestleriyle, bakın gördünüz mü, demeye getiriyordu. Onca eleştirinin ardından önemli bir deplasmanda tarihi bir galibiyet alan takımın başındaysanız; maç bitiminde sesinizin yükselmesi bence doğal bir davranıştır.

Evet, Yeni Malatyaspor birçok maçta iyi futbol oynamadı. Hele Beşiktaş maçında oynanan futbolun savunulacak yanı yok ama bu takımın elde bir 16 puanı var. Ve bu takım şu anda bir alt ligde olması gereken ama Federasyon kararıyla Süper Ligde tutunabilen bir takım. Bir yere yazın: YMS bu sezonu hiç ummadığımız güzellikte bir yerde tamamlayabilir ama önce kümede kalacak puanı toplaması gerektiğini düşünüyorum. Ne umulmadık yerlerden nerelere düşüşler gördük, futbolun cilvelerinin ne getireceğini bilemezsiniz; temkinli olmak iyidir.

Diyelim, Fenerbahçe maçı hariç, Hamzaoğlu’nun oynattığı futbolu beğenmedik ve hocayı gönderdik. Kimi getireceğiz? Şahsen Erol Bulut’un bile birkaç sezon önce gitmeyip halen YMS’nin başında devam etmesini isterdim. Bir teknik adamla uzun süre yolunuza devam edebiliyorsanız doğru yönetiliyorsunuz demektir. Bu örneği o gitsin, bu gelsin manasında vermiyorum elbette; “sen git, öteki hemen sen gel” demekle olmuyor bu işler. Başka bir teknik direktör de bulup getirseniz bundan çok daha fazlasını yapabileceğini sanmıyorum. Bunu Hamzaoğlu’nu veya oynattığı futbol çok beğendiğim veya futbol anlayışını desteklediğim için demiyorum. Futbolun, futbolumuzun ve şehrimizin gerçekleri bu.

Ben de isterim ki YMS çıksın, hakem düdüğüyle birlikte rakip kaleyi abluka altına alsın, sağdan soldan bindirsin, bomba gibi şutlar çıkarsın, orta sahadan röveşatayla goller atsın ama öyle bir dünya yok!

Peki, neden böyle olmuyor? Bunların sorumlusu kim?

Sorumlusu, şu an 67 yaşındaki eski İtalyan milli ve Juventus defans oyuncusu, Trablus (Libya) doğumlu olduğu için lakabı “Kaddafi” olan Claudio Gentile.

Nasıl mı?

Yaşı müsait olanlarınızla mümkün kısalıkta nostalji yapalım; gençlere de anılarımızı aktaralım ve Malatyaspor’umuza dönelim.

***

1982 yazı, Ramazan ayındayız, sanal yazarınız ortaokuldan mezun olmuş; ticaretti, sanattı, ziraattı, liseye giriş sınavlarında ter döküyor. O gün hayatımda ilk defa gördüğü Aşağı Şeher’de (Eskimalatya) Ziraat Lisesi sınavlarına giriyor ama aklı o gün oynanacak ve siyah-beyaz televizyondan izleyeceği Brezilya-İtalya Dünya Kupası (82 İspanya) maçında. Futbolun filozofu Sokrates, Eder, Serginho, Toninho Cerezo, Falcao ve elbette Zico futboluyla bizi büyülüyor. Hastasıyız Brezilya’nın; grup maçlarından başlayarak, futbolun ötesinde bir şey oynayarak, hep kazanıyorlar. Kazanmanın yanı sıra estetik kaygılar taşıyorlar; sanat da yapıyorlar yani. İzleyebildiğim bütün zamanların en artistik takımı. Çeyrek finalde Arjantin ve İtalya ile aynı grupta lig usulü oynayacaklar ve birinci yarı finale çıkacak. O yıllarda bu maçları kendimce “kaydettiğim”, yorum yazdığım kareli bir defterim var, Arjantin-Brezilya maçı için “yüzyılın maçı” demişim, az bile demişim. Hepimizin sevgilisi Brezilya, Arjantin’i darmadağın ediyor (3-1) ve gollerden birini sonradan Malatyaspor’a gelecek Serginho Bernardino (Chulapa) kafayla atıyor.

Gruplardan üç beraberlik ve anca averajla çıkan, anti futbolun gezegenimizdeki ebedi ve ezeli sembolü İtalya, şans tanınmadığı halde, Arjantin’i 2-1 yenince; yarı finalisti belirleyecek maç sona kalıyor.

Yarı finalist Brezilya-İtalya maçıyla belirlenecek ama kimse gök mavililere şans vermiyor. Zaten Brezilya’ya beraberlik yetiyor.

Geleneksel olarak müthiş bir özgüvenle her zaman hücum futbolu oynayan, Brezilya formuyla da müsabakanın mutlak favorisi. Barcelona’da Sarria Stadyumunda İsrailli hakem Abraham Klein’in (bu dayıyla da alakalı epey okumuşluğum var da; yeri değil) yönettiği maç başlıyor ama ilk gol, İtalya’dan, geçen vefat eden, Paolo Rossi’den geliyor; İtalya 1-0 önde. Sorun mu? Şimdi Eder Abimiz 40 metreden bir füze yollar, top en fazla direkten döner, Zico tamamlar. Öyle olmasa da Socrates şık bir gol atıp eşitliği sağlıyor. Ama o da ne, yine Rossi: 1-2. Falcao ikinci yarı tekrar eşitliği sağlıyor ama Rossi bir kez daha devreye girip bitime on beş dakika kadar kala skoru 3-2 yapıp İtalya’yı galibiyete taşıyor.

Pablito” lakaplı Rossi, Polonya ile yarı ve Almanya ile finalde oynanan maçlarda da rakip fileleri havalandırıp Azzuri’yi şampiyonluğa taşıyarak adını İtalyan Mitolojisine altın harflerle yazdıracaktı ama bizim kahramanlarımızın takımını ve hayallerimizi de yıkacaktı.

Ben o sınavı da kazanamadım ama aklıma sadece bu maçtan dolayı geliyor; yoksa atalarımızın mesleğini bilimsel ortamda yürütememenin üzüntüsünden değil. Brezilya’m kaybetmiş!

Nereden bilebilirdik ki o gün dünya futbolunun akış yönü tamamen farklı bir mecraya evrilecek ve oradan bugünlere geleceğiz.

Brezilyalılar futbolu keyfine, mahalle maçı gibi saflığına ve üçkâğıt yapmadan, sadece kazanmak, keyif almak ve keyif vermek için oynarken, Avrupalılar “şeytanlığına” oynuyordu ve İtalya bunun piriydi. Makyavel’in torunlarıydı bunlar; kazanmak için, iktidar için her yol mubahtı. Defans yapıyorlar, vakitten çalıyorlar ve en önemlisi o günün futbol oyun kurallarındaki boşluktan yararlanıp rakip oyunculara hunharca fauller yapıyorlar ve faule maruz kalan oyuncu en yakın hastanenin acil servisine gidecek düzeyde sakatlanmamışsa kırmızı kart görmüyorlardı.

Claudio Gentile (Centile diye okunuyor) de bu işin uzmanıydı. Lisede arkadaşlarla ergen şakalar yaparken, bir kasap dükkânı açarsak, adını “Kasap Centile” kuralım diyorduk.

Bilhassa Maradona’yı vura vura “bihal” etti Gentile ve galiba sadece sarı kartla atlattı doksan dakikayı. Eğer Maradona günümüzün futbolcusu olsa ve bir de okul yıllarımızda verilen karnenin sağ tarafındaki notları (davranış bölümü), pekiyiden vazgeçtik “geçer” bile olsaydı, onun daha fazla sayıda unutulmaz maçlarını izleyecektik.

Geçen hafta vefat eden Paolo Rossi için Reuters’te bir yazı kaleme alan Brian Homewood (https://www.reuters.com/article/soccer-italy-rossi-idUSKBN28K1US) Zico’nun bir tarihte “biz o gün maçı kazansak futbol çok farklı yöne giderdi. Artık biz de ondan sonra ne pahasına olursa olsun maçı kazanma amaçlı oynamaya başladık” dediğini yazıyor. Brezilya o tarihten sonra yine Brezilya’ydı, dünya şampiyonlukları kazandı ama hiçbir zaman 82’nin sanatçılarını izlettirmedi bize.

Bilhassa o turnuvada, dünyanın gözü önünde yaşananlar, FIFA başta olmak üzere, futbolu uluslararası seviyede yönetenlerin aklına şu fikri dank ettirdi: Sahalarda güzel futbol oynanmazsa seyirci gelmeyecek, kasti faullere veya oyunu çirkinleştiren taktik çirkefliklere izin verilirse yetenekli futbolcu yetişmeyecek, sonuç olarak kimse maç izlemeyecek ve futbol ölecekti.  Oyun kurallarına getirilen değişikliklerle gidişatı tersine çevirmeyi başardılar. Hemen olmadı ama oldu.

Özetlersek: Önce oyunu güzelleştiren oyunculara yönelik “taammüden” faullere sarı kart cezası getirildi. İtalyan Dino Zoff gibi kaleciler topu sekiz dakikada oyuna sokmasın diye, dört adım-dört saniyede topu oyuna sokma (elbette hakem o sırada elinde kronometre tutmuyordu ama tahmine bırakılmış, oyunu geciktirmeme önlemiydi bu), ardından 1992’de ayakla bilerek verilen pasları kalecilerin eline almaması kuralı getirildi. Bariz gol şansını yok eden oyuncuların atılması, ayak bileğine atılan tekmelerin (Hollanda efsanesi Marco Van Basten böyle bir sakatlık yüzünden futbolu erkenden bırakmak zorunda kaldı, futbol oynamayı bırakın, yürüyemeyecek hale geldiği günler oldu; şu anda bile ayağında sakatlık var) kırmızı kartla karşılık görmesi, maçın sonuna kayıp süre eklenmesi gibi koruyucu önlemlerin yolu da malum maçtan sonraki süreçte açıldı. Biliyorsunuz; bugün geldik VAR’a ve bence futbol tarihinin şu ana kadar ki en büyük değişimi. Belki gelecekte hakem bile olmayacak, robotlar maçı yönetecek; bilemiyoruz.

Galibiyete 2, beraberliğe 1, yenilgiye 0 puan verilen puanlama sistemi yerine galibiyetin 3 puanla ödüllendirilmesi hücum futbol oynanmasını özendiren başka önemli bir değişiklik oldu. İngiltere bu sistemi 1981’de uygulamaya başlamıştı; sonra tüm dünyaya yayıldı.  Futbol, artık çok daha hızlı hareket ve oyun, güç, taktik gerektiriyordu. Gelirler çok artmıştı ama giderler de. Futbol, para, hem de çok para demekti… Halen de öyle!

Artık bir maçı kaybettiğinizde sadece puan kaybetmiyorsunuz; çok para kaybediyorsunuz. Kazandığınızda ise çok para kazanıyorsunuz. Kazanınca güzel de kaybedince kulüp iflasa sürüklenebiliyor; bizim gibi ülkelerde ise mali felaket ulu çınarların soluğu amatörde almasıyla sonuçlanıyor.

Bu şehir bu trajediyi Malatyaspor’la yaşadı.

***

Hamzaoğlu veya başka bir teknik direktörü değerlendirirken, genel anlamıyla, günümüz futbolunun geldiği noktayı göz ardı etmeyelim: Önce kaybetmemek istiyorlar. Ne pahasına olursa olsun kaybetmemek ve elbette akabinde mümkünse kazanmak.

Oynanan oyun bir futbolsever olarak bazen benim de hoşuma gitmiyor ama futbolun küresel düzeyde gerçekliği bu. Teknik adamların neredeyse çoğu gittikleri şehre, deyim yerindeyse, bir bavulla gelirler; nadiren ailelerini getirirler çünkü işler iki hafta kötü gitti mi işlerini kaybetmeleri kaçınılmazdır.

Hangimiz işimizi kaybetmek isteriz? Çok paramız bile olsa (ender gelişen Osasuna atakları) meşgalemiz olmazsa psikolojimiz bozulur.

Bu demek değil ki, teknik adamlar eleştirilmesin, takımı kümeye de götürseler haklarında tek satır yazılmasın. Yapılan eleştirilere bakacak, haklılık payı olanlardan ders çıkaracaklar. Yerine göre eleştiri teknik adamı geliştiren öneri, açılım, yaklaşım içerebilir.

İşin bir de memleket futbolu boyutu var. Analiz kasmaya gerek yok; bir süre önce Türk futbolunun en deneyimli isimlerinden Fatih Terim, “bitti” demedi mi? Her sene şampiyon olup Şampiyonlar Liginde yarı final bile oynasanız iflasın eşiğine gelmişiz. Kulüpler maddi anlamda tükenmiş ama halen VAR’dan çıkan kararları konuşmaya, kötü yönetimleri sorgulamak yerine, hayali kurgularla kamuoyunu eğlendirmeye devam.

Bir düşünelim…

Bu ülkede yaşamasak sadece adı “süper” olan ligimizi izler miyiz? Bizim dışımızda bizim ligimizi izleyen var mıdır? Ne bileyim, hemen yanı başımızdaki Bulgaristanlı futbolseverler,  hafta sonu gelse de, çerezimizi alıp, ekran karşısında Galatasaray-Kayserispor veya Beşiktaş-Fenerbahçe maçını izleyelim diyorlar mıdır? Bizim maçlarımızı satın alıp yayınlayan kaç tane ülke televizyonu vardır? Var mıdır?

İngiliz, Alman, İspanyol olmayıp da o ülke takımlarının maçlarını izleyenlerin sayısı kaçtır?

Milyonlarca…

Hafta boyunca yukarıda belirttiğim liglerde (artı Şampiyonlar Liginde) birkaç maç veya özet izliyor, keyif alıyorum. Neredeyse son yirmi senede iki adet Fenerbahçe-Galatasaray derbisi izlemedim. Böyle söylerken yine de ülkemiz futboluna haksızlık etmeyelim. Bizim ligimiz için dediklerim, örnek olsun, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Galler, İskoçya, Avusturya ve birçok lig için de geçerli. Futbolu bu kadar abartmak doğru değil.

Hamzaoğlu bizim ligimizin teknik direktörü ve futbol kalitesinin vasatı geçemediği bir ligde takımını ayakta tutabilmek, puanlar toplayabilmek adına, elindeki oyuncu kapasitesi doğrultusunda, kendince “realiteye uygun” futbol oynattığını düşünüyorum. Belki bundan biraz daha iyisi olabilir. Beklemek lazım.

Bu sistem basit bir risk ve şans içeriyor: YMS golü bulmuşsa rakibine istediği oyunu kabul ettiriyor; gol yemişse oyunu çevirmekte zorlanıyor. Sonuna kadar hak edilen Fenerbahçe maçında bir şey daha gördük: Pozisyon değerlendirme yüzdesini yüksek tutabilirse çok daha rahat ve farklı maç kazanabiliyor. Tam istatistik nedir bilmiyorum ama Fener maçında neredeyse vurdukları gol oldu.

Bir de…

Futbolda kaleciler her dönem takımın başarısı veya başarısızlığında önemli rol oynar. Bu gerçek değişmedi ve günümüzde kalecinin önemi daha da arttı. Kalecin iyi değil çok iyi olacak. Başakşehir ve Fenerbahçe maçlarında Ertaç Özbir’in alkışlık performansını bir kenara yazalım. Başakşehir maçında yaptığı kurtarışları maçın yenilgiyle sonuçlanmasını engelledi. Son maç 3-0 bittiği için belki dikkat çekmedi ama deneyimli kaleci burada da rakibi ümitlendirecek pozisyonlarda geçit vermeyip karşı taraftaki muhtemel bir ateşlenmeyi engelledi. Ondan önce forma giyen genç kaleci Abdulsamet Damlu’nun da hakkını teslim etmek gerekiyor, iyi oynadı, güven verdi, hatalı gol yemedi.

***

Üç Sıfır hayırlı uğurlu olsun. Güzel günlere vesile olsun.

________________________

FOTO: Fenerbahçe ve Yeni Malatyaspor, İstanbul'daki maçın seremonisinde

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

17 yorum yapılmış

  • Muhammet Küçük (3 yıl önce)
    Malatyasporun şu anki başarısını konuşuyorsak burada Semih Kayanın hakkını vermemiz lazım. Yoksa averaj takımı olurduk. Defansa güven gelince ileridekiler işini yapabilir hale geldi. Bunda kadro genişliği ve alternatiflerin iyi olması da etkili. Ayrıca Umut Bulut Fener maçında kendini affettirse de bence futbol oynamaya aç ve kendini ispatlama ihtiyacı olan Topalli değerlendirilmeli. Yine de şu an ki Malatyaspora eski günlerindeki zevk veren futbolu için teşekkür ederiz
    0
    0
    Yanıtla
  • Mustafa (3 yıl önce)
    Teşekkürler ve tebrikler Bülent kardeşim. Çok güzel bir makale olmuş. Güzel ve tatlı anılar ile içinde; tarih, sanat, hümanizm, eğitim, disiplin, spor, teknik, kapitalizm, teknoloji, mitoloji ve daha birçok birlikte yaşanılmış unsurları içeren ve biliyorum ki engin bilgi dağarcığınla doğaçlama olarak bu yazıyı meydana çıkardın. Bizim için çok değerlisin ve gururumuzsun. Teşekkürler kardeşim.
    0
    0
    Yanıtla
  • ramazan (3 yıl önce)
    Yazı çok güzel olmuş kalemine sağlık. Umarım aynı yazıyı 6alatasaray galibiyetinde de yaparsın saygılar.....
    0
    0
    Yanıtla
  • Keşke bu Malatyasporlu görünümlü büyük takım taraftarları sadece bir köşede oturup üzülseler, her insanı kendileri gibi düşünmeseler...
    0
    0
    Yanıtla
  • Colonia (3 yıl önce)
    Haklisin Bülent Hocam,aradan yillar gecince bizim hafizayida yenilemek gerekiyor.Brezilyali Ederin Bolu kampindan sorara geri dönmesine cok üzülmüsdük.Hocam yazilarini dört gözle bekliyoruz.Hosca kal.
    0
    0
    Yanıtla
  • Colonia (3 yıl önce)
    Hocam elinize saglik.Malatyaspor kazaninca ben de borclarimi alacakli gibi görüyorum.Ayrica (Rahmetli) Paolo Rosso önce Brezilya sonra finalde Almanlarida yakdi.Essas süpriz,dünya kupasindan sonra üc Brezilyali futbolcularin Malatyaya transefer olmasiydi.Hosca kal Hocam yazilarini bekliyoruz.
    0
    0
    Yanıtla
  • Bülent Korkmaz (3 yıl önce)Colonia isimli kullanıcı yorumuna
    Sayın Colonia rumuzlu okuyucumuz. Eder, Serginho ve Carlos 82 Dünya Kupasından sonra değil 1988'de Malatyaspor'a geldi. Eder ve Serginho ilk onbirde yer bulurken, "bizim" Carlos Roberto Galla 2017'de vefat eden Valdir Peres'in yedeğiydi. Bilginize, saygılar.
    0
    0
    Yanıtla
  • Cengiz (3 yıl önce)
    İşte gerçek Malatyaspor’luluk budur .Mutlaka eleştiri olacak ama haddini aşmadan isimler vererek linç edercesine değil.Yazınızı çok beğendim.
    0
    0
    Yanıtla
  • Serhat Karaca (3 yıl önce)
    Meselenin bir yönüne baktığımızda evet, sosyal medyadan şuradan buradan atıp tutanların yorumlarının genelde bir tutarlılığı yok. Bugün ak dediklerine yarın kara diyebiliyorlar. Kimseye hesap vermeme özgürlükleri sayesinde hunharca yorumlar yapılabiliyor. Ancak diğer yönüne de bakacak olursak, aslında olayın özünde milletimizin genel olarak eleştiriye açık olamaması, kabullenememesi de yatıyor. Bir de 1-2 başarıyla ben oldum egosuna ulaşmak da eklenince hoca tarafından baktığımızda gelişmeyi engelliyor ki, genel olarak Türk futbolunun hali zaten ortada. Dolayısıyla eleştiriye kapalı yapılar her alanda olduğu gibi futbolda da gelişimimizi engelliyor. Sadece eleştirmekle olmaz evet ama eleştirisiz de olmaz. Özellikle tecrübesi ve tutarlılığı yüksek kişilerin eleştirilerine kulak asmakta fayda var.
    0
    0
    Yanıtla
  • Haca444 (3 yıl önce)
    Biraz kısa yazsan.
    0
    0
    Yanıtla
  • Mahmut2344@gmail.com (3 yıl önce)Haca444 isimli kullanıcı yorumuna
    Bak birader, yazıya tıkladıktan sonra yazıyı karışla. 1 karışı geçiyorsa senin ve senin gibilerin okumasına gerek yok demektir. Bu yazıların okuyanı başka, ama sen ve senin gibiler değil. Bülent Bey'in Arslantepe yazısı için de aynısı geçerli. Bazıları uzun bulmuş. Onlara da aynı tavsiyeyi vereyim, gözlerini yormasınlar. 1 karışı geçen yazılar sizin için değil, boşverin. Bu kültür ve bilgi yüklü, araştırmacılara kaynak olacak yazılar sizin için yazılmıyor ki.
    0
    0
    Yanıtla
  • Bu yazıyı yazdıktan sonra hiç okumazsanda olur.Bülent beyin kendine has yaptığı güzel yazılarından biri.Konunun etraflıca ele alındığı,bu tür yorumlar kısa olmaz.Bülent bey skor yorumu yapmıyor.
    0
    0
    Yanıtla
  • EROL (3 yıl önce)
    UMUT BÜLUT Antalya ve Fenerbahçe maçlarında oynadığı sürecde hiç boş geçmemiş.
    0
    0
    Yanıtla
  • Malatyalıyım (3 yıl önce)
    Hırs iyi değil. Her şeyi zamana bırakmak lazım. Yazı her şeyi anlatıyor. Yenilgiyi hiç kimse istemez, ama hep galip gelinecek olsa şampiyon olunur. Birgün o da gelecek şampiyon olacağız ama her şey planlı programlı alt yapısı güçlü olarak.
    0
    0
    Yanıtla
  • ALANYADAN MALATYA LI (3 yıl önce)
    Çook güzel bir yazı olmuş kalemine sağlık
    0
    0
    Yanıtla
  • Mülayim (3 yıl önce)
    Yazıyı keyifle okudum. Tüm malayyasporluların bu yazıyı okumasını tavsiye ederim. Özellikle teknik direktörleri eleştirip istifaya davet ettiğimiz zaman bu eylemi yaparken sonrasını düşünerek hareket etmemiz gerekiyor bu yazı ile daha iyi anladım. Elinize sağlık
    0
    0
    Yanıtla
  • Nevzat (3 yıl önce)
    Keyifle okudum bu yazıyı. Malatyaspor’un kazandığı haftalar benim de moralim çok iyi oluyor. Keşke şehirde olsam da her maçını canlı izleyebilsem.. pandemi sonrası taraftar stada akın eder diye bekliyorum.
    0
    0
    Yanıtla

Bülent Korkmaz yazıları