Kork Abrilin Beşinden, Öküzü Ayırır Eşinden
“Ula uşah” dedim kendime, bu “Abril” İngilterece’deki “Nisan” değil mi? ..
Bülent KORKMAZ Yazdı
İnsanlığın öyküsünü hepiniz az-çok bilirsiniz...
Binlerce yıl yeryüzünde avcı-toplayıcı olarak gezinen atalarımız, yaklaşık 12 bin yıl önce, ‘Son Buzul Çağı’nın sona ermesini takip eden dönemde, iklimin “ilkbahar-yaz-sonbahar-kış” döngüsüne geçişinin ardından buğday ve arpa gibi bitkileri evcilleştirip tarım yapmaya başlamış; izleyen binyıllar bazı hayvanları da evcilleştirip yerleşik düzene geçmiş ve sürekli yiyecek peşinde koşma derdinden kurtulmuştur. Avcı-toplayıcılık tarıma geçişle birlikte tamamen terk edilmemiştir ama insanın beslenme, dolayısıyla hayatta kalma sürecinde, eski etkisi kalmamıştır.
Köylerin, şehirlerin, beyliklerin, krallıkların, devletlerin, imparatorlukların; adına uygarlık mı dersiniz, barbarlık mı tüm sistemlerin kuruluşu, değişimi, ortadan kalkışı, yerine yenisinin gelişi; sanat, mimari, edebiyat; mühendislik, matematik, felsefe, yani şu an yeryüzünde insana ait somut ve soyut ne varsa büyük çoğunluğu, binlerce yıl önce yaşanan işte bu iklim değişikliği sayesinde başlamıştır desek pek yanlış olmaz.
***
Avcı-toplayıcı dönem ile akabinde temel ekonomik etkinliğinin tarım olduğu binlerce yıllık süreçte dünya nüfusu aşırı ve doğal kaynakları zorlayacak bir artış göstermedi. İlkel çağlarda insan ömrü çok daha kısaydı; tarım toplumunda bu süre görece yükselmişti. Doğada yiyecek peşinde koşarken günlerce bir lokma bulacağınızın garantisi yoktu. Tarım toplumunda bile, bugünle kıyaslarsak, beslenme çok yetersiz; temizlik ve hijyen olanakları çok kısıtlı hatta bilinmiyordu. Tıpsa şifacılık ve büyücülükten öteye geçmiyordu. Bilhassa şehirlerde yaşanan salgın hastalıklar (bunların başında veba geliyor) bir anda yerleşik nüfusun önemli bir bölümünü ortadan kaldırıyor; çalışıp üretecek insanı bir yana bırakın, bazen ölüleri gömecek kimse bulunamıyordu. Çiftçinin dünyasında yeryüzündeki insan nüfusu tahminen 500 milyon dolaylarında seyrederken, 18. yüzyılda İngiltere’de dokuma sanayinin makineleşmesiyle birlikte ekonomik altyapıda yaşanan gelişim, değişim ve dönüşüme ek olarak, 1712 yılında demirci Thomas Newcomen’ın “yaygın bir şekilde kullanılan” ilk buhar makinesini icat etmesiyle Sanayi Devriminin fitili ateşlendi ve 19. yüzyıl başında dünya nüfusu yaklaşık 1 milyara ulaştı.
Çünkü…
Binlerce yıl kıtlık ve salgın hastalıkların elinde zar ağlayan insan, daha çok üretip daha çok tükettiren makinelerin sayesinde, artık daha iyi beslenebiliyor; daha sıklıkla elini, yüzünü veya bedenini yıkayabiliyor; doktor-ilaç-hastane-aşı gibi tıbbi olanaklara erişebiliyor ve sonuç olarak daha çok üreyip daha uzun süre yaşayabiliyordu.
Günümüzde dünya nüfusu 7 milyarı aşmış durumda ve bu sayı giderek artıyor. Üstelik “karnı doyup gözü doymamakla malul” bir kısım insan organizasyonu (galiba bunlara “büyük devlet” deniyor), sanayi devrimini izleyen yıllarda sömürge kapma yarışıyla yeryüzünü kan gölüne çevirdiği ve 20. yüzyılda karada, denizde ve havada 2 adet büyük savaş yaptığı ve halen içinde yaşadığımız ‘bilgi çağı’ dedikleri “cehalet, duygusuzluk ve iletişimsizlik” çağında ısrar ve inatla bu savaşları, biçimi değişse de, sürdürdüğü halde…
***
Dünyanın ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamı bilhassa 20. yüzyılla birlikte büyük değişime uğradı. Bu o kadar büyük bir değişimdi ki insanoğlunun binlerce yıldır pek değişmeyen yaşamı sanki çok eski bir geçmiş imiş duygusu uyandırdı. Aslında çok eski olan önceki değil, çok yeni olan özellikle 20.yüzyılla birlikte zuhur eden ve yaygınlaşan yaşam şekliydi.
Ne demektir bu? Kendi yaşadığımız yörenin yakın geçmişine şöyle bir göz atarak bunu anlayabiliriz:
Çok değil 1950-60 hatta 70lere kadar Malatya’nın cümle köylerinde yaşanan hayat binlerce yıl önce ortaya çıkmış, Avustralyalı arkeolog Vere Gordon Childe’ın “Neolitik Devrim” (1) diye tanımladığı, “Tarım Devrimi”nin ilk halinden niteliksel olarak pek farklı değildi. Dedelerimizin yaşantısı tamamen ürünün miktarına bağlıydı. Hayatta kalabilmek, rahat ve huzurlu bir gün görmek ürünün bolluğuna; ürünün bolluğu ise mevsim döngülerinin, kültür bitkilerinin uyum sağladığı şekilde işlemesine. Kuşkusuz iyi tohum, verimli toprak, doğru zamanda ekim, yabani otların ayıklanması, gübreleme faaliyetleri de önemliydi ama asıl etken iklimin beklendiği şekilde işlemesiydi.
Bulgurunu kaynatıp değirmenden eve getiren, kurutmalıklarını kışa hazır eden, odununu kırıp evine taşıyabilen gezegenin en mutlu, mesut, bahtiyar insanıydı. Hayat basit ve tekdüzeydi; bin yıllar boyu sistem böyle işledi. İletişim araçları, seyahat olanakları kısıtlı olduğundan dünyanın geri kalanına kafasını yorup elin derdiyle dertlenmiyor; yedi kalem fatura, bilmem kaç bankanın kredi kartı hesap özetine takılıp üç günlük dünyanın üçte ikisini stresle geçirmiyordu.
***
Üst satırlarda bir ton gereksiz laf edip başınızı ağrıtmak zorunda kaldım ama alt satırlarda sizinle paylaşmak istediğim bilgiler için bu gerekliydi.
Bence tarım halen önemli ve vazgeçilmez bir ekonomik faaliyet, çünkü yarın öbür gün Mars’a dolmuş seferleri başlasa da kursağımıza yiyecek-içecek bir şeylerin girmesi gerekiyor.
Malumunuz Malatya ekonomisinin en önemli kalemlerinden biri kayısı. Her yıl kayısının çiçek açmasıyla birlikte üretici ‘don olacak mı olmayacak mı? Olursa kayısılar bundan ne kadar zarar görür’ gerginliğiyle belki uyku bile uyuyamıyor.
Tarımın temel geçim kaynağı olduğu eski dünyanın insanı, günümüzde kullanılan takvimlere benzemeyen, doğrudan iklim olaylarıyla bağlantılı “kendi takvimini” oluşturmuştu. Farkında olmasak da tüm tarımsal ürünlerin yanı sıra kayısı için de bu takvimi kullanıyoruz.
***
Sevgili babam fi tarihte eski takvimle bahar başlangıcının “Mart’ın dokuzuna” denk geldiğini söylemişti. Bu da kullandığımız takvimle yaklaşık 21 Mart gibi bir tarihe karşılık gelirmiş.
Geçen sene ise, anam tarafından amcaoğlu, Avukat Ömer Kavili sanal âlemden “Kork Abdılın Beşinden / Öküzü Ayırır Eşinden” diye attığı ortak mesajla, beni de kast ederek, “Şimdiii… Bu laftan anlayanlar konuşsun bakalım” demişti. Ben o ara susma hakkımı kullandım çünkü sorunun cevabını bilmiyordum ve de başım “azleyin taşgala” durumda olduğundan araştırma fırsatım olmayacak gözüküyordu.
Tesadüf bu ya, amcaoğlunun mesajından birkaç gün sonra, Internet’te Hekimhanlı hemşerimiz Gaffar Yakınca’nın “Deli Gaffar” isimli bloğunda yer alan ve halkımızın takvimini anlatan “Böyganamın Takvimi” başlıklı yazıya rastladım**. Yazının bir yerinde “…Abrilin beşi. Yeni takvimle Nisan ayının onsekizinci ve buna yakın günleri fırtınalı bir soğuk gelir. Fırtına öyle kuvvetli olur ki “Sakın abril beşinden camızı ayırır eşinden” derler” yazıyordu. (2)
Tarım takviminin ne olduğu konusunda bilgi ve fikir edinmek istiyorsanız duru ve sürükleyici bir dille kaleme alınmış bu nefis yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum.
Anlaşılan o ki Ömer Ağabegimin “Abdıl” dediği “Abril” idi ve yöreye göre farklı şekillerde söylenebiliyordu.
“Ula uşah” dedim kendi kendime, bu “Abril” İngilterece’deki (3) “Nisan” değil mi? He de, ne işi var orada? “Haman” sözlük, kaynak, arama, tarama derken… Özce şu durum ortaya çıktı:
Eski İngilizcede Averil, Aperil, yine eski Fransızcada Avrill, Latince Aprilis denen ve Anadolu’da da kullanıldığı anlaşılan sözcüğün kökeni “muhtemelen” Etrüsk dilindeki “Apru” sözcüğüne kadar gidiyor. Apru ise klasik Yunan mitolojisinde “aşk, güzellik ve üreme” işlerinden sorumlu tanrıça Afrodit’e dayandırılıyordu. Güncel Türkçede Arapça kökenli “Nisan” dediğimiz April sözcüğü mecaz anlamıyla kullanıldığında ise “taze ve umut dolu” olanı anlatıyordu. (4)
Etrüskler tarihin en etkili imparatorluklarından Roma’yı etkilemiş bir kavim. MÖ 800-400 arası en parlak dönemlerini yaşamışlar. Roma’ya atfedilen birçok şeyin çoğu onlardan mirasmış. Kemerli su yapıları, su kanalları, kanalizasyon sistemi, toga denen kıyafet, devlet sistemi, sanat, mimari, din, at yarışları, gladyatör dövüşleri vesaire (Antik Dünya Ansiklopedisi – Usborne Yayınları- TÜBİTAK Türkçesini yayınladı). Etrüsklerin kökeni konusunda tartışmalar var ama işaret edilen yerler arasında Doğu Akdeniz ağırlık kazanıyor. Tarihçi Herodot Etrüsklerin bir kıtlık sonrası Lidya’dan (bugün Manisa ve Uşak’a denk gelen bölge) bugünün İtalya’sındaki Umbria’ya göç ettiğini aktarıyor. Kuşkusuz Herodot Tarihi kitabının aktardığı her bilgi doğruluk ve kesinlik taşımıyor ama bu eserin antik çağlara ilişkin değerli veriler aktardığı kesin. Nitekim 3 Nisan 2007 tarihinde New York Times’da Nicholas Wade imzasıyla yayınlanan bir makale, “21. yüzyılın genetik biliminin araştırmaları “tarihin babası” diye bilinen zat-ı muhteremin Etrüsklerin kökeni konusunda haklı olabileceğini ortaya koyuyor” demekte. (5)
Şüphesiz “herhangi bir kavmin şuradan gelip buraya yerleşti veya buradan gelip şuraya yerleşti” tartışmaları, tezleri, anti tezleri akademik dünya açısından önemlidir ama bizlerin üzerinde yaşadığı “reel dünya” açısından önem arz ettiğini sanmıyorum. İnsanların yaşadığı dönem, ideolojisi, fiziksel yapısı, dili, şekli, şemalı farklı olabilir ama bu olgular toplumların ve onların yarattığı kültür ve medeniyetin birbirini ciddi ölçüde etkilemesini engellememiş.
Altı üstü bir “April” veya “Abril” sözcüğünün onca coğrafyayı dolaşıp bizim Malatya’ya uğraması bunun kanıtı değil mi?
***
Dünya tarihi boyunca iklimin küresel ve bölgesel ölçekte değiştiği biliniyor. Bu değişiklikler çok büyük atmosfer olaylarına bağlı olarak yaşanmış. Ancak an itibarıyla yaşadığımız küresel ısınmanın baş sorumlusu insan. Görüş Gazetesi'nin 2 Nisan 1980 tarihli bir haberi küresel ısınmanın Malatya ölçeğinde nasıl bir değişim yarattığının çarpıcı bir örneği. Haber, Malatya’nın Kale ilçesinde (o zaman bucak) kayısıların “daha yeni” çiçek açtığını bildiriyor. Son yıllarda kayısının bu tarihten daha erken çiçek açtığını ve buna bağlı olarak don riskinin yükseldiğini biliyoruz.
Hatırladığım kadarıyla 28 Nisan 1980 tarihinde kar yağmıştı. Arşivimdeki resim ve bilgilere göreyse, 4 Mayıs 2005 ve 12 Nisan 2011 tarihlerinde kar yağışıyla karşılaştık. Büyüklerimizin aktardığına göre çok uzun yıllar önce yazın ortasında, dut silkelendiği sırada, kısa süreli kar yağmış. Ancak bunlar sürekliliği olmayan “sapma” diyebileceğimiz durumlar.
***
Ecdadımızın iklim tahmininde, gözleme dayanan ve deneyime dönüştürüp gelecek nesillere aktardıkları ilginç yöntemleri de var. Bu deneyimlerden birine ben de tanığım ve halen yaşadığım coğrafyada bu “şaşmaz” veriyi kullanıyorum.
En az 25 sene önceydi. Salça mı pekmez mi yapmayı planlayan yengem, gökyüzündeki bulutların yağmur getireceği, damlalarının emeğini berbat edeceği endişesiyle eyleme geçip geçmemekte tereddüt ederken, Hasan Dedeme “yağmur yağar mı?” sorusunu yöneltti. O sırada içeride oturan dedem eyvana çıkıp karşı tepelere baktı ve yağmaz, dedi.
Yağmadı…
Öğrendim ki, Çırmıhtı’yı kucaklayan dağımız “Garadaş” (6) kara bulutlarla kaplanmışsa ve güney batısında kuyruk gibi uzanan İnek Pınarı civarındaki tepeler de bulut getiriyorsa yağmur kesin yağıyordu. Tersi olunca da yağmıyordu ve ol bu sebepten “Garadaşdan gahdı bulut / eve get köynekini gurut” diyorlardı.
_____________________
1 Neolitik, Yeni Taş veya Cilalı Taş Çağının karşılığı oluyor.
2 http://deligaffar.com/2015/04/16/boyganamin-takvimi/?hc_location=ufi
3 Başta İngiltereli ve Amerikalı hemşerilerimiz olmak üzere yeryüzünde ciddi manada ana ve ikinci dil işlevi gören İngilizceye sanal âlemdeki patronumuz İsmet Yalvaç Ağabey öyle diyor. Lortlar Kamarasının hoşgörüsüne sığınarak ben de kullanıyorum.
4 İngilizcenin en hacimli sözlüğü olan Webster’s Third New International Dictionary
5 http://www.nytimes.com/2007/04/03/health/03iht-snetrus.1.5127788.html?_r=0
6 Çırmıhtılı’nın Garadaş dediği dağa 1,5 kilometre yanındaki Kündübekliler Akseki der. Her ikisi de doğrudur. Başka bir yazıda ele almak temennisiyle…
Uyarı: Tarihteki dönemler (tarım, sanayi, bilgi toplumu gibi) yeryüzünün tamamını içine alan türdeşlikte değildir. Dün de bugün de… Yüce gönüllü şairimiz Ahmed Arif’in “…Düşün uzay çağında bir ayağımız / Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri” dizelerinde dillendirdiği gibi.