SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

“Çırmıhtı'nın/Kündübek'in Girazı Eyi Eder Marazı”

“Çırmıhtı'nın/Kündübek'in Girazı Eyi Eder Marazı”
A- A+ PAYLAŞ

Başlarda buna, demiryolu fidanlığından alındığından istasyon kirazı denilmiş..   

Bülent KORKMAZ korkmazbulent@gmail.com

Malum, Malatya ve çevresinde “Yeşilyurt” ilçesinin adı geçti mi akla ilk gelen şeylerden biri kiraz oluyor. Kiraz denilirken kast edilen ise “dalbastı” adıyla anılan leziz meyve.

Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra bir ara İsmetpaşa adıyla anılan, 1957’de ilçe statüsüne kavuşunca Yeşilyurt adı verilse de, Malatya’nın yerli halkı ve bilhassa orada yaşayanların tamamına yakını Çırmıhtı ismini kullanmayı sürdürdüler.

Çünkü güneyindeki "Garadaş” dağının eteklerine kurulmuş; Gündüzbey Pınarbaşı’ndan başlayıp Beylerderesine doğru akan Derme Çayı; Derme’nin devamında, batıya doğru, Kileyik sınırındaki Davulu (veya Davullu) Pınar ile ilçenin muhtelif yerlerinden doğan küçük pınarlardan beslenen; dağlık-tepelik arazi yapısının baskın olduğu bir coğrafyada bağ ve bahçeciliğin geliştirildiği; köklü ticari geleneği sayesinde Malatya ve ülke ekonomisine damga vuran isimleri yetiştirmeyi başarmış;  okumayı, kariyer yapmayı seven, akademik alanda kendini kanıtlamış birçok insana yurt-yuva olmuş yörenin tarihsel ismi buydu.

Malatya büyükşehir olunca işler değişti; merkezdeki belediyelerden birine Yeşilyurt adı verildi ve Çırmıhtı tarihi adına kavuşmuş oldu. Bu yüzden yazının başlığında “Çırmıhtı kirazı” ifadesini kullandım; devamında da öyle olacak.

Gerçi kazamızın girişindeki tabelaya “azleyin sosyetikçe” Çırmıktı yazıldı ama olsun!

***

Mevzu kiraz olunca Çırmıhtı’yla birlikte başlığa Kündübek’i (yani Gündüzbey) eklemeyi vicdani bir sorumluluk olarak gördüm. Ben doğma-büyüme Çırmıhtılı’yım ama Kündübek’i de kendi vatanım kadar severim. Suları, serin ve temiz havası, dinginliği ve her santimetrekaresinde bulunan anılarımız, acı-tatlı günlerimizle bağlanıp kalmışız buralara. Kiraz denilince hep “Yeşilyurt” isminin ön plana çıkmasını eksiklik olarak görmüşüm; bunu defalarca ortamlarda dile getirmişim. Yazmaksa ilk kez nasip oluyor.

Kündübek’in kirazı, kalite ve lezzet olarak kesinlikle Çırmıhtı kirazıyla aynı. Dolayısıyla “kiraz deyince, dalbastı” deyince Kündübek’i de mutlaka aklınızın bir köşesine not edin.

Ziraatçı değilim; kesin olarak şudur budur diye iddia etmiyorum ama gözlediğim kadarıyla kiraz serin havayı seviyor. Kimileri bunu “gece ve gündüz arasındaki ısı farkının yüksek olduğu iklim” diye ifade ediyor ama sanıyorum her ikisi aynı kapıya çıkıyor. Çırmıhtı ve Kündübek yaz mevsimi, bilhassa akşamdan sonra, serin bir havaya kavuşuyor. Beydağı’na uzak kalan ve muhtemel bir serin hava akımından, yani cereyandan, yararlanamayan, üstelik beton binalarla serin havayı getirebilecek ağaçlardan yoksun kalmış Malatya aynı avantaja sahip değil. Sanki bu serinlik kiraza ona özgü lezzetini, rayihasını katıyor.

Son yıllarda Malatya’nın değişik yörelerinde kiraz ağaçları göze çarpmaya başladı. İnsanımız bu hoş görünümlü, leziz, faydalı meyveyi seviyor; yemek, mümkünse satmak istiyor.  Bu kirazların da lezzetli olduğunu söyleyebiliriz ama Çırmıhtı & Kündübek ikilisinin ürettiği kirazınkine kavuşmaları mümkün değil.

***

Çırmıhtı’ya dalbastı kirazının ilk olarak ne zaman geldiği konusu kafama takılmıştı. Yazılı bir kaynak-fotoğraf olmadığından sözlü tanıklıklara başvurmak gerekti. İlk çitili (fidan) kimin getirdiğine dair farklı isimler söylenmekle birlikte, doğrusunu babam merhum Yılmaz Korkmaz’ın sayesinde öğrenebildim ve başka kaynaklardan da doğrulattım. Aslında bu “ilk dalbastı” meselesi daha geniş kapsamlı ele alınması gereken bir konu, elimde o konuda veriler var ama şu anda o kadar ayrıntı gereksiz; bu sebeple özet geçeceğiz.

1950li yılların başında, Paşa Dayı lakabıyla anılan merhum Mustafa Kolukısa (yandaki fotoğrafta), Çırmıhtı’ya ilk dalbastı çitilini getirmiş. Kesin olmamakla birlikte çitili Trakya yöresinden veya Bursa’dan temin edip, günümüzde Kolukısa Anadolu Lisesinin olduğu yerde bulunan bahçesine dikmiş. Sonrasında Malatya Devlet Demir Yollarında bir fidanlık açılmış; buraya başka ağaçların fidanıyla birlikte dalbastı da getirilip çiftçilere dağıtımına başlanmış,  Çırmıhtılılar, Paşa Dayının bahçesinde gördükleri çitilin aynısını DDY fidanlığından satın alarak bahçelerine dikmeye başlamışlar.

Paşa Dayı’nın bahçesinin (şimdi okul) birkaç metre ilerisinde –burası Malatya yoludur ve Çırmıhtı’dan her dönen görebilir- yol üzerinde solda Aliağa ailesinin, sağda Kavuk ailesinin bahçelerinde o dönem dikilen ağaçların örnekleri halen duruyor.

Dalbastı Adı Ortaya Çıkıyor

Başlarda bu kiraza, demiryolu fidanlığından satın alındığından istasyon kirazı denilmiş. Teze kiraz veya yeni kiraz deniliyormuş. Bu arada Malatya’da tren garına “istasyon” denildiğini belirtelim.

Aradan birkaç sene geçip ağaç meyveye durunca üreticiler kendi arasında “Teze giraz nasıl oldu? Meyvesi nassı?” babından, birbirlerine soru yöneltmeye başlamışlar. Birileri “…maşallah teze giraz çoğ eyi; mübarek dalları basıyı” deyince adı Dalbastı olarak kalmış.

Hani eski tarihlerde anlatılır ya… Çocuk doğar, bir kahramanlık veya bir özellik gösterene kadar isim verilmezmiş. İşte Çırmıhtı’nın bu “teze çağası” büyümüş, anlı-şanlı lezzetiyle milleti mest etmiş ve kendi adını kendi koydurmuş. Dalbastının böyle bir mitolojik durumu da var!

Peki, Çırmıhtı’da bir tek dalbastı kirazı mı varmış? Halen bir tek dalbastı mı var?

Nerede O Eski Kirazlar?

Haziran ayında hasadına başlanan dalbastı kirazı, lezzeti, göze hoş gelen rengi, iriliği, alımı ve görünümünün yanı sıra dayanıklılığı nedeniyle tercih ediliyor. Eğer ağacınıza doğru budama yapmışsanız toplaması da kolay. Budama yapmazsanız ne oluyor? Dalbastı, kavak ağacıyla boy yarışına çıkıyor, sağa-sola çatallaşan dallarıyla toplaması çok zor hale geliyor. Eskiden bu tür ağaçlar ağırlıkta idi ama şimdi budama işi epey geliştirildi ve bir sandalyenin üzerine çıkarak bile hasat edebileceğiniz kiraz ağaçları var.

Dalbastının kiraz piyasasına yukarıda belirtilen sebeplerle hükmetmesiyle birlikte, Çırmıhtı/Kündübek yöresinde eski kiraz çeşitlerinin yavaş yavaş ortadan kalktığına tanık olduk; oluyoruz.

Maalesef!

Kündübeklilerin/Çırmıhtılıların ilk gözünü açtığı kiraz, günümüzde belki iki elin parmakları kadar kalmayan, aş kiraz dediğimiz tür. Kırmızı ağırlıklı, hafif beyaz, dalbastıdan küçük ama don vurmazsa hep bol olan, çok ama çok az acıya çalan meyveleri olsa da genellikle çok lezzetli, yedikçe yediğiniz ve sizi kesmeyen bir kirazdır aş. Meyve küçük olduğundan toplaması zordur aş kirazın. Bu nefis kirazdan Arapgir’de de var.

Meyvesi dalbastıdan biraz daha küçük, sapı ondan kısa olmakla birlikte rengi aynı olan Baba Kirazı dediğimiz bir türe de sahibiz. Baba kirazı dalbastıya benziyor, onunla karıştırabilirsiniz ama sapı daha kısa, zor kopuyor ve dalbastıdan daha küçük. Buna ek olarak, Gara Giraz dediğimiz kirazımız var. Bir de tabii “hüdayi nabit” dedikleri “doğal”, yani kendiliğinden sürgün verip yetişen kiraz.

Son olarak bahsetmek istediğim bir kiraz var ki, benim gözdemdir. Nereden Çırmıhtı’ya getirilip ekildiğini bir türlü öğrenemediğim kirazın adı Sultanhisar. Aslında sadece “Sultan” deseler olurdu! Öylesine güzel, öylesine yakışıklı, leziz, aziz bir meyve çünkü.

Niye derseniz?

Haziran başı gibi, dalbastı olmadan önce piyasaya arz-ı endam eden Sultanhisar hiçbir şekilde hiçbir kimyevi müdahaleye ihtiyaç duymuyor. Nasıl bir savunma mekanizması geliştirmişse meyveye zarar veren böcek türü canlılar yanaşamıyor ve ilaç kullanılması gerekmeden meyvesini olgunlaştırıyor. Çift diplomalı çiftçi-emekçi arkadaşım Caner Tatlıcı, “Sultanhisar’ın haşere yumurta bırakmadan meyvesini olgunlaştırdığını ve kurtlanmadığını, kurtlanmadığı için de ilaç istemediğini” söylüyor. Bu kiraz türü, özellikle dağa yakın yerlerdeki üzüm bağlarını seviyor, oralarda daha güzel yetişiyor.

Ancak çok dayanıklı olmaması ve bu sebeple çabuk tüketme gerekliliği,  aynı zaman diliminde dalbastıya oranla daha az toplandığından işçilik maliyetinin artması gibi sebeplerden para etmiyor diye dışsatıma uygun bulunmuyor olsa gerek; pek satılmıyor.

Şahsen çok sevdiğim ve çıktığı ilk günden bittiği güne kadar evimde bulundurmayı neredeyse bir vazife saydığım Sultanhisar neden hak ettiği şekilde değerlendirilmez, anlamakta güçlük çekiyorum.

Bana göre, Çırmıhtı ve Kündübekli kiraz üreticisi dalbastıyı yetiştirirken bu kirazları da unutmamalı; alıcı da çok dayanıklı olmadığı için nakliye sırasında bozulur diye satın almak istemediği doğal Sultanhisar kirazını değerlendirme cihetine gitmeli. Etkili bir tanıtımla, teknolojik imkânları devreye sokup korunmasını sağlayarak bu ürünü belki dalbastının iki katı fiyata satabilirsiniz.

Çünkü günümüz dünyasında insanların organik ürünlere talebi var, bu talep giderek de artıyor. Elimizin altında bir hazine var ve bundan yararlanmasını bilmeliyiz.

“Gayriresmî” Coğrafi İşaretli Köfte

Bilmeyenlere söylemiş olalım. Başka yerlerin tersine Malatya’da köfte denilince kast edilen etten yapılan değil bulgur ağırlıklı köftedir. Et köfteler de vardır ama bizde köfte genel manada çeşitli meyve ve sebzelerin yapraklarına sarılan yemeklerin adıdır.

Çocukluğumuzda deliler gibi okuduğumuz çizgi roman karakterlerinden Tom Braks’ın, Baron ve Tonton (Köfteci) adında, iki asistanı vardı. Köfteci, oburluğuyla nam salmıştı. İki dakikanın içinde yaptığı makyaj ve kullandığı peruk, takma saç-bıyıkla kılık değiştirdiğinden Binbir Surat namını hak etmiş Braks, kötülerin ağzını gözünü dağıtıp iyileri korurken, Köfteci durmadan tıkınır, “köfte yerdi”, daha doğrusu öyle yazılırdı, ama ben ortada köfte göremezdim. Köfte deniyorsa “sahende” iri küfte, sıhma küfte, dolma küfte, paf veya pat küfte, nahna küftesi filan olması gerekirdi. Heyhat ki ortada bunların kırıntısı bile yoktu. Köftecinin yediği sosis ve et türünden köftelerdi ve çevirmen Malatyalı olmadığından Türkçeye bilinen genel anlamıyla çevrilmişti.

Şahsen yaşadığım ilk kültür çatışmasıdır.

Malatya köfteleri arasında en gözde olanı sanıyorum kiraz yaprağı köftesidir. Gözlemime göre kiraz yaprağı köftesini ezici çoğunlukla kadınlar çok seviyor. Erkeklerin seveni var ama kadınlarda hadise tamamen bir “tutku” boyutunda. Bu köftenin çok besleyici olduğu söylenemez. Sonuçta yaprak-soğan-yoğurt-salça-zayıf türden bir bulgurdan müteşekkil, tam bir vejetaryen yemeği. Ama hanımlar buna bayılıyor. Onu yediklerinde bir mutluluk hormonu mu salgılanıyor; yoksa yaprağın özündeki bir kimyasal madde zalim kocalarının zulmünü mü unutturuyor, bilemedim şimdi…

Şakası bir yana… Kiraz yaprağı köftesinin tarihi dalbastı kirazının yetiştirilmeye başlanmasıyla eşzamanlı. Muhtemelen ağaç 2-3 sene içerisinde yapraklanıp, daha ilk meyvesini vermeden yaprağı yolunmaya başlanmıştır garibim. Konunun uzmanı anam ve analarımızın tencere başından bildirdiğine göre, aş kirazın yaprağından köfte olmazmış, acı çalarmış; zaten Dalbastı gelene kadar kiraz ağacı sayısı iki elin parmaklarını geçmezmiş. İlk dalbastı Çırmıhtı’da dikildiğine ve ağaç sayısı bu tarihten sonra sayılamayacak düzeyde arttığına göre, köftesinin anavatanı kesinlikle burası. (*)

Malatya kayısısını tescilleyen AB makamlarının kiraz yaprağı mevzusuna da el atması dileğiyle…

***

SON NOT YERİNE: Bu yazı ana hatlarıyla CEGET dergisinin Yeşilyurt özel sayısında yayınlandı. Ancak zaman ve yer dar olduğundan köfte bölümünü ekleyemedim. Ayrıca Ceget’te yayınlandıktan sonra farklı bilgilere ulaştım ve malatyahaber.com formatına uygun tadilatlar yaptım. Yazının başlığı ise yıllar önce bir kiraz festivalinde asılan pankarttan alınma. Sanıyorum müellifi lirik ve pastoral insan Nafiz Tatlıcı abim.

Bu yazının, bilimsel bir tarih yazısıymış gibi ele alınmaması gerekmektedir. Çünkü bilim yapmak da tarih yapmak da haddim değil. Değerli Profesör Doktor İlber Ortaylı Hocamızın kulağıma küpe bir lafı var: Bilim, vesikayla yapılır. Maalesef bir yerlere yazmak-çizmek, yani belgelemek gibi huylarımız yok. Öyle olmayınca bu yazıda ağızdan söylenenleri, tanıklıkları, tanıklığımızı esas aldık; biraz da mantık yürütüp bir şeyler karaladık. Söylenenler de yanlıştır demiyoruz; konuşanlar yanlış konuşuyor hiç demiyoruz. Ama yazılmayınca, resmi çizilmeyip, fotoğrafı çekilmeyince bilgi eksik kalıyor; hata olasılığı yükseliyor. Dolayısıyla yukarıdaki meseleye ilişkin yeni bir tanıklık, bilgi, belge çıkar ve bize iletilir veya bizim dışımızda yayınlanırsa sadece mutlu oluruz.

(*) Vakti zamanında ismini-cismini hatırlamadığım biri Japonya’da da kiraz yaprağı köftesinin yapıldığını söyledi. Evet, Japon halk kültüründe kirazın çok ama çok önemli bir yeri var. Kirazın çiçek açtığı (Sakura) dönem bayram tadında yaşanıyor. Binlerce insan Sakurayı kutlamak için bir araya geliyor. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmeseler de benzer şeyler yapıyorlar. Sadece bir tatlının üzerine kiraz yaprağı serpiştirildiğini gördüm; hepsi o. Zaten oralarda bu yemeğin esas harcı “unlu küftelik” dediğimiz bulgur türü olmaz. Olsa da sarımı inanılmaz sabır isteyen, belki bir tabağı için bir saat harcanan yemeğe kafa yormaz Japon bibilerimiz; gider, ne bileyim, yeni bir cep telefonu, uzay mekiği filan icat ederler…

______________________________________________

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

10 yorum yapılmış

  • Mehmet Kolukısa (5 yıl önce)
    Muhterem kardeşim.,dalbastı ile ilgili araştırmalarını takdirle okudum. Dedem paşa Mustafa Kolukısa nın ismi geçmesi nedeniyle bu yazmak ihtiyacını hissettim. 1951 yılında tecdede bulunan ziraat bahçesi müdürü İsmet bey italyaya ziraatle ilgili araştırma için gittiğinde Verona isimli fidanların yetiştirildiği bir yerde bu kirazı yani dalbastı kirazın görüp bir cığa(tomurcuk aşı yapmak için bir sürgün) alıp getirir. Müdür İsmet bey dedem Paşa ile çok samimi olduğu için ona bir adet tomurcuk aşı verir Paşa dedem şimdi Kolukısa Anadolu Lisesi olan evimizin iç bahçesindeki kiraz fidanın aşılar. Daha sonra kiraz meyve verir büyüklüğü beğenilince duyan gören bu ağaçtan cığa almaya başladılar, bu nedenle bu ilk dalbastı ağacı kurudu. Çırmıhtıya gelen ilk dalbastı budur. 1951 yılında ziraat bahçesi istasyondaki bölümünde bu kirazı aşılayarak üretti. İlk önce adına istasyon kirazı denildi. Daha sonra yazınızda belirttiğiniz üzere dalbastı adını alarak günümüze geldi. En derin selam ve saygılarımla
    %100
    %0
    Yanıtla
  • dogan (6 yıl önce)
    Yeşilyurt İlçesinin sembol meyvesi Ziraat 900(Dalbastı) kiraz 1950 yılı sonlarında İzmit çevresinden Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü tarafından getirilerek İlçemizde dağıtılmaya başlanmıştır. 1970’li yıllarda ünü İlimiz sınırlarını aşarak Ülkemize yayılmıştır. Hatta Yurt dışında aranan meyve olmuştur.
    0
    0
    Yanıtla
  • Şahin UCUZAL (6 yıl önce)
    Bir Çırmıhtı'lı olarak makalenizi büyük keyif alarak okudum.Kaleminize sağlık.Bu mis gibi Çrmıhtı kokan yazınız bana yıllar önce kirazdan düşüp rahmetli olan teyzemi anmamı sağladı.Malum dalları çok narin bir meyvedir.Bu vesile ile de teşekkürler.Sağlıcakla kalınız.
    0
    0
    Yanıtla
  • Tolga (6 yıl önce)
    azmı yiyidik gardaş longa gibi kirazları var yeşilyurt ve gündüzbeyin.derelerinde çaylarında azmı yüzerdik ağğ çocukluğum
    0
    0
    Yanıtla
  • Bayram Murat Asma (6 yıl önce)
    Bülent Beyi kutluyorum, birçok yerel alışkanlıklarımızı, terim ve deyimleri ustalıkla kullanarak çok güzel yazmış. Diğer yazıları gibi büyük bir zevk ile okudum. Devamını bekliyoruz...
    0
    0
    Yanıtla
  • abaza (6 yıl önce)
    Kiraz yaprağından Japonya'da yemek yapıldığından Vedat Milor Malatya'daki programında bahsetmişti. İlk dalbastı ağacını hatırlıyorum. Akrabam olan Kolukısalar'ın evine gittiğimizde rahmetli annem ilk ağaç olduğunu anlatmıştı. Kimse çıkamazdı. Keşke okul ve yol yapılırken kesilmeseydi. Çırmıhtı için ANITSAL bir ağaçtı.
    0
    0
    Yanıtla
  • Esat (6 yıl önce)
    Admin yine dedem gibi konuşmuşsun ?
    0
    0
    Yanıtla
  • Cenk (6 yıl önce)
    Nasıl ki Çırmıktı değil Çırmıhtı denilmesi gerekiyorsa Malatya'da çeşitli bitki yapraklarıyla sarma usulü yapılan yemeklere de köfte değil küfte denmesi gerektiği kanısındayım. Çünkü köfte denince et geliyor akla, oysa bizim küftemizin ana malzemesi bulgur.
    0
    0
    Yanıtla
  • Dadaloglu (6 yıl önce)
    Bir mersinli olarak zevkle okudum. Malatya mutfağı da köftesi de kirazı da gerçekten çok özel ve güzel.
    0
    0
    Yanıtla
  • Göksu Aslan (6 yıl önce)Dadaloglu isimli kullanıcı yorumuna
    Yazarın dili ,anlatışı güzel olduğu gibi Malatya'nın damadı olarak kirazını ve küftesini çok seviyorum.Bu doyurucu yazı metnini kaleme alan yazara sevgi ve saygıyla
    0
    0
    Yanıtla

Bülent Korkmaz yazıları