SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

"Anan Öle Mıçe"

"Anan Öle Mıçe"
A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ
korkmazbulent@gmail.com

MÖ 9. yüzyıl civarında yaşadığı sanılan Homeros, tarihin gördüğü en büyük ozanlardandır. Aslen Egeli olduğu söylenir, Sakız Adasında yaşadığına dair rivayetler vardır. Hayatı hakkında kesin bilgiler olmasa da bunun pek önemi yoktur çünkü söylenen veya yazılan sözlerin üstün sanatsal ve estetik değeri bir insanın yaşam öyküsünü sıradan bir merak veya ayrıntının üstünde bir konuma taşımaz. Antik Yunan devletlerinde onun eseri sayılan İlyada ve Odysseia destanları edebiyatın her alanında etkisini yüzyıllarca sürdürmüştür. Bilginin de kaynağıdır o dönemde. “Söyle tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus'un öfkesini söyle” sözleriyle açılan İlyada dünya edebiyatının temel taşı sayılır. 

Belki de Homeros bir Karacaoğlan’dır. Olmaya ki Homeros yazmamıştır İlyada ve Odysseia’yı, o güzelim türkülerin hepsini Karacaoğlan’ın çığırmadığı gibi. Tarlada tapandaki halk, çok güzel bir türküye denk geldiğinde, destan dinlediğinde, eserin müellifini nereden bilsin, “bunu söylese söylese Karacaoğlan söylemiştir; bunu Homeros’tan başkası yazamaz ki” diyerek çıkmıştır işin içinden. 

Rahmetli babam Terzi Yılmaz’ın fi tarihte “esasında Karacoğlan’dan sonra türkü söyleyen çıkmamıştır” demişliği vardır; hep oradan aklımda kalmıştır bu varsayımlar.

Homeros için bir de derler ki, gözleri görmüyordu, yani âmâydı. Öyle mi? Gözleri görmeyen biri nasıl bu kadar şeyi en ince ayrıntılarına kadar görebildi? 

Bizim Aşık Veysel’in de gözleri görmezdi. Ama onun kulağı ve ruhundaki derinlik engelini aşıyor, Kiklop kadar kocaman gözünüz de olsa, duyamayacağınız sesleri, duyguları işitiyor, parmaklarıyla sazının tellerine sarıp sarmalıyordu.  

Sadece Türk edebiyatının değil Dünya edebiyatının en görkemli isimlerinden Yaşar Kemal de tek gözünden engelliydi. İsmet Yalvaç Ağabey’in de, sanal daktilo klavye başında haber yazarken, bir minval üzere, şöyle bir dönüp ahaliyi bilgilendirme misyonuna ara verdiği bir esnada, Kemal için “bu adam tek gözüyle bu kadar şeyi nasıl gördü? Ya iki gözü olsaydı?” demişliği vardır. 

Gözleri görmeyen bireylerinden en keskin görenleri çıkarmak insana özgü akıl almaz bir marifettir. 

İki gözü çok iyi gördüğü halde kör olanları çıkarmak da… 

***

1996 yılıydı. 4 Yeni Zelandalı ablayla Nemrut Dağına gitmiştim. Aylardan eylül veya ekim; yağışlar başlamamış daha, başlasa zaten Zeus heyetinin huzuruna varamazsın. 

Malatya yönünden, yani doğu terasından, dağa çıktığınızda, zirveye birkaç metre kala sağda tek bir konteyner sizi karşılıyordu. 1990’lı yıllarda arkeolojik alanda çalışan Almanların işleri bittiğinde bırakıp gittiği bu konteyner sonradan bekçilerin barınağı olmuştu. Depremin evleğimizi dağıtmasına yıllar vardı ve haliyle konteynerin ne kadar önemli bir hacet olabileceğini anlamamız imkansızdı. 

FOTOĞRAF: 2005 Yeşilyurt Kiraz Festivali sırasında çekilen fotoğrafta Mustafa Aslan, bir süre önce hayatını kaybeden Kenan Işık’la görülüyor. 

Bekçiler orada yatıp kalkıyorlar, gelen ziyaretçiye Milli Park adına bilet kesiyorlardı. Nemrut’un efsanevi baş bekçisi, esprili, sempatik Osman Yetkin Dayı’nın turistlere “normal ti”nin yanı sıra “epıl ti”  ve türevlerini ikram ettiği, güneşin her batışı sonrası tesise gelen turistlere, Türkçe ve gülerek, “bugün nasıl battı?” diye sorduğu güzel zamanlardı. 

İçeri bir girdim, yöresel kıyafetler içinde 14-15 yaşlarında bir kız çocuğu, bir hanım, bir de, o tarihlerde adını Mıçı diye bildiğim, bildiğimiz, ama doğrusunun “Mıçe” olduğunu sonradan öğreneceğim sanatçı Mustafa Aslan. Galiba İbrahim Tatlıses, “senin adın Mıçe değil Mıçı olsun demiş, olmuş Kahtalı Mıçı

Biz daha “hello” demeden Mustafa Abi, o davudi sesiyle, doğrudan yüzüme bakıp “gardaş ben seni nerden tanıyım?” deyince, söyleyiş tarzı o kadar hoş, o kadar içtendi ki, gülümsedim, ne diyeceğimi de bilemedim, “valla ne bülem?” türünden bir cevap verdim. Sonradan aklıma geldi: galiba doksanlarda Hürriyet bürosunda çalışırken arkadaşım Mikail Pelit’in yanına gelip gidiyordu, beni orada görmüş olabilirdi. 

Aslan, o gün doğup büyüdüğü memleketinin dünya çapında tanınan eşsiz arkeolojik alanına gelmiş; söz ve müziğini Hamit Çelik’in yaptığı Çıkalım Nemrut Dağına parçasına klip çekiyordu. İçine sevda (Sakine), Adıyaman ekonomisi (tütün), sanayi devriminden izler (makine) ve arkeolojik değerlerin (Nemrut Dağı elbette) sözlerinin serpiştirildiği hoş bir şarkıydı. 

Sonrasında birkaç kez ayaküstü bir yerlerde karşılaşıp merhabalaşmışızdır. Yeşilyurt (Çırmıhtı) kiraz festivallerine gelip giderdi. Çırmıhtılı fırıncı Mehmet Usta’yla asker arkadaşı ve kirveydi.

Onu en son gördüğüm anı da unutamıyorum. Türk Halk Müziği sanatçısı Ender Balkır bir klip çekimi için Malatya’ya gelmişti. Çekimleri arkadaşım Suat Kozluklu yönetiyordu, işleri bitince Balkır ve ekip arkadaşları Arslantepe’yi görmek istemişti. Kaldıkları otele gidip aldım, tam çıkıyoruz lobide karşımıza Mıçe çıktı. Merhaba, merhaba; nasılsınız, iyimi siniz, derken yine o gür sesi ve tüm samimiyetiyle “gardaş” dedi, “Malatya’da bir şey lazım olursa haberim olsun. Adıyamanlıyıh ama bizim de Malatya’da dostlarımız, arhadaşlarımız, sevenlerimiz var; hallederiz” diye ekledi. 

Beni yine bir gülme aldı. Memleketimizde Mıçı Baba bize torpil yapacak! 

Kendisini başkalarından dinlediğim için biliyorum: Samimiydi, içtendi, laf olsun diye konuşmazdı, arkadaşlarının, dostlarının sadece neşeli günlerinde değil acılı günlerinde de yanındaydı. 

***

On binlerce Hataylı, Kahramanmaraşlı, Malatyalı, Adıyamanlı, gibi o da 6 Şubat felaketini memleketindeki evinde, Kahta’da, yaşadı. Onlarca akrabasını kaybetti. Evleri yıkıldı. Yürüdüğü sokaklarla birlikte anıları bir toz bulutuna karışıp siliniverdi.

Bir arkadaşımın annesi derdi ki “çağam kimseye keyfinden dert yapışmaz”. 

Bizim olmayacağımız ileriki çağlarda, Samsatlı Lukianos’la ismi en çok anılacak (zira Miletli filozof Thales’e atfedildiği üzere: ulusların türkülerini yakanlar kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür) Kommagene ülkesi evlatlarından Aslan’ın naif yüreği dayanamamıştı elleriyle toprağa verdiği sevdiklerinin acılarına.  

Belki bu yüzden o, adını bile anmak istemediğim, sayısız sevdiğimizi olur olmaz yaşlarda bizden ayıran lanet hastalığa yakalandı. Takip edebildiğim kadarıyla hastalığı sürecinde hemşerileri ona sahip çıktılar, ihtiyaçlarıyla yakından ilgilendiler; ayrıca adına güzel bir anma gecesi tertiplediler. Adıyaman Üniversitesi Devlet Konservatuarı binasına da Mustafa Kâhtalı (Kâhtalı Mıçe) ismi verildi. Geçen yıl üniversitede düzenlenen törene kendisi de katılmıştı. Sanıyorum bu memleketine son gelişiydi, çünkü tedavisine Antalya Akdeniz Üniversitesi Hastanesinde devam ediliyordu. 

Uzun yıllar Moskova’da gazetecilik yapan arkadaşım Suat Taşpınar, yıllar önce kaleme aldığı bir yazısında, Rusya’da halka mal olmuş sanatçıların, yazarların, bilim insanlarının, entelektüellerin daha sağlığındayken kıymet gördüğünü, adının bir yerlere verilerek veya özel geceler tertiplenerek onurlandırıldığını, Dostoyevski’nin torunlarının bunu yapmak için kimsenin ölmesini beklemediklerini anlatıyordu. Aslan’ın, hasta yatağında da olsa, hayattayken kıymet görmesini olumlu buluyor, toplumumuza örnek olmasını diliyorum. 

***

Müzikten hiç anlamam. “Do” veya başka bir notayı yolda görsem tanımam, o da beni tanımaz, tanısa da tanımamazlıktan gelir. La Fontaine’nin kargasından bile kötü bir sesim vardır; bunu bildiğim için tilki hayatta ağzımdaki peyniri kapamaz. 

Bir enstrüman çalamadığıma, türkü-şarkı çığıramadığıma hayıflanırım, bu yeteneğini sanata dökenlere imrenirim.

Ama dinlerim. Her telden de her yerde de dinlerim; konser salonu, saka kenarı, dut ağacının altı, arkadaşların bahçesi, evi, nerede çalınır söylenirse saygı içerisinde kulak veririm. 

Dinlediğim sanatçıların isimlerini buraya yazmaya kalksam Malatyahaber.com sitesinin hazine arazisi kadar geniş sayfalarına sığmaz. Kah mutluluk içerisinde kah hüzünle, bazen gözlerim buğulanarak dinlediğim değerli sanatçılarımız var ve tamamına yakını yerli. Belki müzikten anlamadığım için belki başka bir sebep bilemiyorum, yabancı dilde yazılmış kitaplardan, çevrilmiş filmlerden keyif alsam da, müzik söz konusu olunca sadece bu topraklarda yaratılmış eserleri bu kadar uzun süreyle, bıkmadan, usanmadan, defalarca dinleyebiliyorum. 

Acaba türkülerimiz, şarkılarımız ruhun gıdası değil de ruhun bizzat kendisi mi? 

Mustafa Aslan da “memleket havası” duygularıyla en çok dinlediğim sanatçılardan biriydi. Kendine özgü güçlü sesi-yorumu kadar yaşadıkları, merhametli bir insan oluşu da ona karşı ayrı bir sempati duymama neden olmuştur. 

Hayatı boyunca sıkıntılar çekti, pek gün görmedi. Çoğumuz gibi yoksul bir ailenin çocuğuydu. İşten güçten doğru dürüst gidemediği ilkokulu 9 senede bitirebilmişti. Askerden gelince, türkü söylemek karın doyurmadığından, Spor Müdürlüğünde bir iş buldu. Ama yine türkülerini söylemeye devam ediyordu ve ileride bu başına büyük iş açacak, işinden de olacaktı.

Bu ülkenin başına gelmiş ve gelebilecek en büyük kötülükler arasında başı çeken 12 Eylül zulmü onu da es geçmedi. Kürtçe türkü söyledi diye içeri alındı, hapis yattı, Malatya’da sürgün hayatı yaşadı. İşkencede atılan bir tokatla sol kulağının zarı patladı, o günün şartlarında ameliyat da ettiremedi, hasar kalıcı oldu. Kulak zarındaki bu hasarın yıkandığı sırada, denize girdiğinde kendisini çok zorladığını söylüyordu. 

Anlayacağınız gözleri görmeyen Homeros, Aşık Veysel, Yaşar Kemal gibi ustalar gibi onun da bir yanı eksikti. O “yarım sağır” kulağıyla, yetmezmiş gibi ilerleyen yaşlarında maddi sıkıntılarla boğuşarak (Japon yeniyle kredi çekmiş, kur farkı ortaya çıkınca ödeyememiş, icraya düşmüş, evinden barkından olmuştu) türkülerini söylemeye devam etti. 

İnsanları değerlendirirken geldikleri ortamı, şartları göz ardı edemezsiniz. 

Vefatından 6 ay kadar önce belgesel film yönetmeni Serkan Koç’a son röportajını vermişti. Onu Hiç Böyle Tanımadınız başlıklı kısa görüşmeyi Youtube ortamında görür görmez izledim. Bu belgeseli (https://www.youtube.com/watch?v=cnE8-6MC_MU) izlerken onun nerelerden, hangi cenderelerden, karanlık yollardan geçe geçe çileli bir ömür sürdüğünü ama iyi bir insan olma gayretinden sapmadığını anlıyorsunuz. 

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano Gölgede ve Güneşte Futbol* isimli eserinin Brezilyalı futbol efsanesi Manuel Francisco dos Santos’a, yani bilinen namıyla Garrincha’ya ayırdığı bölümünde bu futbolcunun trajik denebilecek yaşam öyküsünü aktarıp, bir Brezilya deyişiyle yazıyı bağlar: “B..kun değeri olsaydı yoksullar kıçsız doğardı.” 

Galeano’nun “epey net” ifade ettiği öylesine bir talihsiz ortamdan gelen bir insan, 57 yıl sanatla uğraşmış, 19 albüm çıkarmış, kelebeğin kanat çırptığı süreden fazla sürmeyen ömrümüze renk katmışsa, bize onu bir sanatçının en sevdiği, duymak isteyeceği sesle, alkışlarla uğurlamak düşer.

Koç’un belgeselindeki şu sözlerini akılda tutarak: “Bir sanatçı olarak toplumda yer yapmışsan, toplum seni bağrına basmışsa, onun kıymetini bileceksin. Tepeye gelmek kolay, önemli olan orada durmak”.

* Can Yayınları, Ertuğrul Önal ve M. Necati Kutlu’nun çevirisiyle. 

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

13 yorum yapılmış

  • Porgalı (2 gün önce)
    Bülent abi kalemine sağlık. Yine gönüllere dokundun. Rabbim rahmeti ile muamele eylesin inşallah. Bende Kahtalı Mıçe ile ilgili şu anımı burada paylaşmak isterim. Fırıncı Mehmet'in ordaydı. Konsere çıkmadan önce hasbihal ettik. Ben o dönem İstanbul'da dershane de öğretmenlik yapıyordum. Fırıncı Mehmet abinin yeğeni Ömer Faruk'ta iş arıyordu. Şöyle bir konuşma geçti:" Ömer Faruk: Mıçe dayı bana İstanbul'da iş bulda gelip çalışayım Kahtalı Mıçe: Ula gardaş eski İstanbul yok orda da millet aç babam aha inanmazsan bu gardaşıma sor Ben: Mıçe dayı doğru söylüyü dedim." Bu şeklide konuşmanın ardında kahtalı mıçe 'nın ücretsiz olarak kiraz festivalinde sahneye çıktığını söylediler. Para adamı değil gönül adamıydı o nedenle herkes kendisini çok sevdi.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Yunus (2 gün önce)
    Allah rahmet eylesin
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Engin magsusder (2 gün önce)
    mekanın cennet olsun. ulaaa babbam nereye gidoooon oglattın bızı ha
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Huzur (2 gün önce)
    Üzdün bizi Mıço dayı.Allah rahmet etsin mekânın cennet olsun..
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Hüseyin (3 gün önce)
    İyi adamlar tez ölür. Ölecek başka adam mı galmadı
    %75
    %25
    Yanıtla
  • Büyük Üzüntü Duyduk (3 gün önce)
    Kâhtalı Mıçe kendini hep Malatyalı olarak görmüştür. bir röportajında kendisinin 1953 yılında doğduğunda Adıyamanın, Malatyaya bağlı olduğundan dolayı, kimliğinde doğum yeri hanesinde Malatya yazıldığını ifade etmiştir. Tam bir Malatya sevdalısıydı. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Not: Adıyaman, 1 Aralık 1954 tarihinde 6418 sayılı Kanunla Malatya'dan ayrılarak müstakil il haline gelmiştir.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Ramazan yakar (3 gün önce)
    Allah rahmet eylesin hocam seninde eline kalemine sağlık diliyorum Allah sana uzun ömürler versin .
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Ahmet (3 gün önce)
    Sık sık kernek parkına gelir Abdullah KAPUSUZ’u Nam-ı diğer Bodo yu ziyaret ederdi. Neden bunu kimse yazmıyor?
    %38
    %62
    Yanıtla
  • Serdar Demir (3 gün önce)
    Samimi ve halkın içinden biri olan Kıymetli sanatçı Kahtalı Mıçı ağabeyimize de Rabbim rahmetiyle muamele etsin Mekanı cennet olsun inşallah...
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Ahmet (3 gün önce)
    Güzel bir yazı olmuş Bülent Bey. Cennet mekan olsun Kahtalı Mıçı ya... "Bir gurbet kuşu gibi, sen çok uzaklara kondun..."
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Turgay (3 gün önce)
    Mustafa abimiz natürel bir insandı.Sempatikti.Halktan bir parçaydı.Benliğini hiç yitirmedi. Allah rahmet eylesin.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Afilli Filinta (3 gün önce)
    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Bizim bölge için ve ülke için bir kültür mirasıydı, güzel bir karakterdi. Zenginlerin düğünlerinin, sünnetlerinin vazgeçilmeziydi; prestij göstergesiydi. Eskileri seven bir genç olarak ''La ne hoşmuş eskiden'' dememizi sağlayan kişilerden biri olarak aklımızda kalacak.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Bülent (3 gün önce)
    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun bizden biri KAHTALI MIÇE
    %100
    %0
    Yanıtla

Bülent Korkmaz yazıları